Sokakta selam.. Statta küfür..
Yayınlanma Tarihi 3 Nisan 2007 Sal 21:00
31 yaşında, Trabzonlu, İnşaat Mühendisi, üst düzeyde İngilizce biliyor. İşletme mastırını bitirmiş, İnşat Mühendisliği mastırını yarım bırakmış. 10 yıllık radyoculuk deneyimi var. Sinemayla "yorumculuk" yapacak kadar ilgili.
Gerçek bir kitap kurdu ama "tek tip" okuma tercihi yüzünden kendisini eleştiriyor. Süper Lig hakemliğine bu sezon yükseldi. Kendisini sürekli eleştirdiğini söylüyor ve "Kendimi beğendiğim gün gelişme şansım sona erer" diyor. İşte Türk hakemliğnini umut vadeden isimlerinden Barış Şimşek'in Tam Saha'ya yaptığı açıklamalar:
Süper Lig'e bu sezon çıktınız ve futbol kamuoyu için yeni bir simasınız. Öncelikle sizi daha yakından tanımaya çalışarak başlayalım.
1976 Trabzon doğumluyum. Vakfıkebir'de dünyaya geldim. Trabzon Anadolu Lisesi mezunuyum. Şimdiki adıyla Kanuni Anadolu Lisesi. Daha sonra Karadeniz Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü'nü bitirdim ve aynı üniversitede İşletme mastırı yaptım. İkinci mastır olarak İnşaat Mühendisliği'ne başladım ama hakemliğin getirdiği yoğunluk nedeniyle bu sene yarım bırakmak zorunda kaldım. Ancak önümüzdeki yıllarda onu da tamamlamayı düşünüyorum. Hakemliğe de 1999'un Şubat ayında aday hakem kursuyla başladım.
"Mesleğe küçük yaşta ısındım"
Hakemliğe başlamanız nasıl oldu?
Futbol oynamaya başladığım ilk dönemden itibaren hakemlere karşı bir sempatim vardı. Sistemin işleyişi nasıl oluyor diye merak ederdim. Hatta minik takım maçları tek hakemle yönetilir, yardımcı hakemler de kulüplerden alınırdı. Ben de hemen hakemin yanına gider ve "Hocam ben yardımcı çıkayım" derdim. Hakemler kararlarıma uydukları zaman çok hoşuma giderdi. Daha sonra futbolu bıraktığım dönemde hakem kursu açıldığını öğrendim ve böylece başladım. Aslında futbolu bırakmaya pek niyetim yoktu.
O zaman biraz da futbolculuk döneminizden söz edelim.
Trabzon İdmanocağı kulübünde 12 yıl kalecilik yaptım. O dönemde profesyonel takımlardan teklif de aldım. Kartal kulübü beni istemişti ancak eğitimim nedeniyle bırakıp gidemedim.
Kaleciliğe veya hakemliğe başlarken ailenizin tutumu nasıl oldu?
Ailem her zaman destek verdi. Özellikle babam Hamit Şimşek futbolun içinde birisi. Trabzonspor'da yöneticilik yaptı. Hâlâ amatör müsabakaları bile izler ve benim maçlarıma da gelir. Annem ise arada bir tahsilime önem vermem konusunda serzenişte bulunurdu. Ama iki işi bir arada yürütünce problem çıkmadı.
Sokakta selam.. Statta küfür..
Bütün hakemlere soruyorum, bir insan bu kadar baskının yaşandığı, eleştirilerin hakarete vardığı bir ortamda neden hakem olmak ister?
Hakemliğe başlarken ilerisini çok da düşünmedim. Sadece küçüklükten gelen bir merak ve ilgiyle başladım. İşin içine girdikten sonra ise hakemlik bir virüs gibi insanın damarlarında dolaşıyor. Sanırım yönetmeyi sevmekle alakalı bir şey. Hakemliği büyük keyif alarak yapıyorum. Çok soğukkanlı bir yapım var ve tribünden gelen sesleri de pek duymuyorum. Yaptığımız işin bir parçası olarak düşünüyorum. Ama Trabzon'daki amatör müsabakalarda yediğim küfürler beni üzüyor. Çünkü orada pek çok insanı tanıyorsunuz. Sokakta selam verdiğiniz insanlar. Tribünde küfür duyduğunuzda sesi tanıyorsunuz ve üzülüyorsunuz.
Süper Lig'de ilk yönettiğiniz maç geçen sezonun sonundaydı ve o dönemde Süper Lig hakemi değildiniz.
Evet, MHK'nın yeni bir uygulamasıydı. Bütün kategorilerde belli hakemlere bir üst kategoride görev verildi. Ben de Beşiktaş-Sivasspor maçında görevlendirildim. İlk Süper Lig deneyimim o oldu.
O maça hangi duygularla, neler hissederek çıkmıştınız?
Heyecanlanmadım demek yalan olur. Ama inanın her şey düdüğü çalana kadar. O maç benim için çok önemli bir şanstı. İlk maçım, İnönü Stadı ve yaygın tabiriyle büyük takımın maçı. Bir yandan heyecan, bir yandan da gurur duydum. Ama dediğim gibi soğukkanlı bir insanım. O şansı değerlendirdiğimi düşünüyorum, çünkü ertesi sezon Süper Lig kadrosuna alındım.
Hem Trabzonlu hem de soğukkanlı olmak pek yan yana durmuyor.
Zaten benim öyle bir problemim var. İlk tanıştığım insanları Trabzonlu olduğuma inandırmakta güçlük çekiyorum.
"Adalet duygusu beni konsantre eder"
Hakemler medya, kulüp, taraftar üçgeninde bir baskı altında. Böyle bir ortamda maça hazırlanırken konsantrasyonunuzu nasıl sağlıyorsunuz?
Konsantre olmakta çok zorluk çektiğimi söyleyemeyeceğim. Bir amatör müsabakayla Süper Lig'deki bir derbiye aynı gözle bakarım. Her maça konsantrasyonum aynı düzeydedir. Çünkü bizim işimiz oyun kurallarını uygulayarak adalet dağıtmak. Beni en çok konsantre eden şey de bu. Yani hiç kimsenin hakkını yemeden, gördüğümü çalarak müsabakayı bitirmek. Konsantre olmak için özel yöntemler uygulamıyorum. Maçtan önce iyi dinleniyorum ve rahat oluyorum. Biraz da babamın hukukçu olmasından kaynaklanıyor galiba, eşitlik ve adalet duygusu benim için çok önemli.
Ama bazen hakem şanssızlığı ya da insan hatası denilen şeylerle bir takımın hakkı diğerine geçebiliyor. O zaman neler düşünüyorsunuz?
Belki de dünyada hataya en az müsamaha gösterilen meslek hakemlik. Bunun bilincindeyim ve minimum hatayla maçları bitirmek görevim. Ama bazen öyle pozisyonlar oluyor ki, hakem şanssızlığıyla göremiyor, değerlendiremiyoruz. Elbette daha sonra fark edince çok üzülüyorum ama olan bir şeyi değiştirmenin mümkün olmadığını da biliyorum. O hatayı bir daha tekrarlamamak için nasıl tedbirler alacağımın üzerinde yoğunlaşmaya çalışıyorum. Hem fiziksel hem mental antrenmanlarımı o yönde yoğunlaştırıyorum. Elbette insanların direkt sonucu etkiledikleri bir meslekte bu tip olaylar karşısında üzülmemek mümkün değil. Çok önemli hatalarda uyuyamadığım bile oluyor. Ama bir şekilde bunları atlatmayı da öğreniyorum.
Avrupa sıralamasında hakemliğimiz 30. basamakta. Bir Türk hakemi, en iyi ihtimalle 2012 Avrupa Şampiyonası finallerinde görebileceğiz. Bunu neye bağlıyorsunuz? Neden hakemlerimiz yeterince başarılı değil?
Bana göre özellikle Süper Lig'deki hakemlerimizin hiçbiri Avrupalı meslektaşlarından geride değil. Bu biraz da şans bulmakla ilgili bir şey. Bizim şöyle bir şanssızlığımız var, kulüplerimiz ya da Milli Takımımız o arenaya çıkıp maç yapıyor ve kendisini gösteriyor. Hakemlerimizin tümü için ise böyle bir şans yok. Görev verilecek ki başarılı olduğumuzu gösterebilelim. Kesinlikle çok iyi eğitim alıyoruz ve başarılı olamayacağımızı asla düşünmüyorum. Bence Avrupa hakemliği de marka hakemlerini kaybetti. Bugün öne çıkmaya başlayan yeni hakemler var ve neden bizim hakemlerimizden biri marka olmasın diye düşünüyorum.
Türk hakeminin kalite açısından bu noktada olabileceğine inanıyorsunuz yani.
Bence olabilir. Çünkü artı yönlerimiz var, eksilerimiz daha az. Türkiye liglerinde Avrupalı hakemlere göre çok daha zorlu müsabakalar yönetiyoruz. Pek çok müsabakanın atmosferi yurt dışında oynanan maçlardan daha üst düzeyde. Herkesin kabulleneceği bir gerçek de var ki, hakemlerimiz yurt dışında daha iyi maç yönetiyor.
Bunun sebeplerine gelelim isterseniz.
Siz az önceki sorunuzda aslında onun cevabını verdiniz; baskı. Çünkü bir hakemin Türkiye'de yapacağı bir hatanın sonucunda gelişecek olaylarla yurt dışında yapacağı bir hatanın sonucunda gelişecek olayların arasında büyük farklar var.
Bir de Türkiye'de hakem yorumcusu çok fazla. Hakemliği bırakan herkes televizyonlarda ya da gazetelerde hakem kritiği yapıyor. Bu durum sizi nasıl etkiliyor?
Eleştiriden etkilenmemek mümkün değil ama ben bunu minimum seviyede tutmaya çalışıyorum. Tabii her türlü eleştiriye saygı duyuyorum. Bu eleştirileri ayıklıyorum ve işime yarayacak yönlerinden faydalanmaya çalışıyorum. Bu eleştirilere kızmıyorum çünkü ben nasıl sahada gördüğümü çalıyorsam onlar da gördüklerini değerlendiriyor.
"Özel hayat başarı da çok etkili"
Süper Lig'e bu sezon başarılı maçlar yönettiniz. Bu performansa ulaşma sürecinde neler yapıyorsunuz?
Hakemliğin en önemli başarı etkenlerinden biri sahada iyi yer almak. Bunu sağlayabilmek için de fiziksel yeterliliğinizin üst düzeyde olması gerekiyor. Bunun için de antrenman çok önemli. Haftanın 5 günü antrenman yapıyorum. Bunun dışında zihinsel antrenmanlar da yapıyorum. Maçları beynimde oynatıyorum. Takımları takip etmeye çalışıyorum. Bütün müsabakaları izliyorum ve oyuncuların yapıları hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Hakem, takımların oyun sistemlerini, taktikleri bilmek zorunda. Tabii bize gönderilen dersler var. Oyun kurallarındaki ve yorumlardaki yenilikleri takip ediyorum. Ama bana göre her şeyden önemlisi, psikolojik açıdan rahat olmaya çalışıyorum. Özel hayatımda rahat olmak çok önemli. İyi bir özel hayat bence başarıyı getiren en önemli etkenlerden bir tanesi.
"Takımları takip ediyorum" dediniz. Bunun size ne gibi bir faydası oluyor?
En önemlisi sahada yer almamı kolaylaştıracak püf noktaları çıkartabilirim. Bazı takımlar uzun paslarla oynuyor ve pivot santrforlarına top indiriyor. Bu tip oyun sistemlerinde hava topu mücadelesi de fazlalaşıyor. O zaman da pozisyonu buna göre izlemeniz gerekiyor. Kanatları kullandıkları zaman diyagonalden çıkıp kanatlara gitmek gerekiyor.
Hakemi en çok zorlayan maçlar hangileridir? Bana öyle geliyor ki, iki takım orta sahalarını kullanmadan karşılıklı uzun toplarla oynadıklarında oldukça zor durumda kalıyorsunuz.
Tabii bu bizi en çok zorlayan oyun tarzlarından bir tanesi. Burada fiziksel yeterlilik devreye giriyor. Üst düzey müsabakalarda oyuncular 70-80 metreye pas atabiliyor. O mesafeyi uçarak geçemeyeceğinize göre mümkün olan en kısa zamanda koşmanız gerekiyor. Onun dışında tek taraflı oynanan müsabakalar da hakemi zorluyor. Çünkü bir takımın çok yüklendiği müsabakalarda ikili mücadele artıyor. Pozisyonlarda çok oyuncu bulunuyor ve karmaşalar oluşuyor. Bir de kontrataklar çok oluyor ve hakem iki tür pozisyona da hazır olmak zorunda.
"Gelişmenin formülü kendini eleştirmek"
Yönettiğiniz bir maçın ardından neler yaparsınız?
Her yönettiğim müsabakayı aradan 24 saat geçmeden iki defa izlerim. Her şeyden önce insanın kendi hatalarını görmesi çok önemli. Tabii ki hocalarımız bize eksiklerimizi, yanlışlarımızı söylüyor ama insanın en önemli eleştirmeni kendisi olmalı. Bunun için de insanın kendisiyle barışık olması gerekiyor. "Müsabakayı izledim, çok güzel maç yönetmişim" değil. Çok iyi geçen bir müsabakadan sonra bile almamız gereken dersler var. Ben bunun iyi yaptığım şeylerden biri olduğunu düşünüyorum. Hemen hemen hiçbir müsabakada kendimi beğenmemişimdir.
Gelişmenin de formülü bu galiba.
Ben böyle olduğunu düşünüyorum. İyiyim dediğiniz zaman kendinizi geliştirme şansınız kalmıyor. Yönettiğim maçı defalarca izliyorum ve "Nerede hata yaptım, bu hatayı nasıl düzeltebilirim, hatamın nedeni fiziksel mi yoksa kötü yer tutmamdan mı kaynaklandı?" gibi soruların cevabını arıyorum. Bunları not alıp bilgisayarıma giriyorum ve aynı hataları tekrar etmemeye çalışıyorum. Bunun dışında gözlemci raporlarımız var. Yeni rapor sistemi bizim için çok faydalı. Çünkü bize hatamızın dakikasını ve ne yapmamız gerektiğini söylüyorlar. Bu raporu arşivliyorum ve hataları bilgisayarıma işliyorum. Eğer bir-iki maç sonra aynı hatalar yazılıyorsa "Demek ki kendimi bu konuda geliştiremiyorum, daha farklı şeyler yapmalıyım" diye düşünüyorum. Bir de çok dobra arkadaşlara ihtiyacınız var ve bu çok önemli.
Sizin böyle arkadaşlarınız var mı?
Evet var. Sağolsunlar çok iyi bir müsabakamdan sonra bile hiç acımadan eleştiriyorlar. Bu konuda şanslı olduğumu düşünüyorum. En büyük eleştirmenlerimden birisi de eşim. 8 ay önce evlenene kadar futbolla hiç ilgisi olmayan bir insanken, şimdi "Şurada şunu yaptın" diyor ve tespitlerinde haklı olduğunu görüyorum. Bunun dışında MHK üyelerimizle her maçtan sonra görüşüyoruz ve eksiklerimizi söylüyorlar. Hepsini harmanlayarak bir sonraki müsabakaya daha hazır bir şekilde çıkmaya çalışıyorum.
Her hakem kendi ekolünü mü oluşturur? Yoksa Avrupa'dan ekol sahibi hakemleri de örnek alıyor musunuz?
Sonuçta bütün hakemler 17 tane futbol kuralını uyguluyor. Çok sert olmamakla beraber çerçeve çizilmiş durumda. Ama insanın kendi yapısından kaynaklanan bir stili oluyor. Kendi psikolojik durumundan, fiziksel yapısından ve davranışlarından kaynaklanan bir stil bu. Ama tabii hakemlikte ekol olmuş isimler de mevcut. Özellikle son yıllarda bir Collina, bir Frisk, bir Merk var.
Siz sahadaki duruşunuzu kime daha yakın görüyorsunuz?
Bunu söylemek için çok erken. Ben daha bu sezon Süper Lig'de görev yapıyorum. Zaten bunu benim söylemem mümkün değil.
Mutlaka sizin de amaçlarınızdan birisi FIFA hakemi olmak. Ama bir de onun ötesinde marka hakem olmak var. Sizin de böyle bir hedefiniz var mı?
Hedef olmadan kimse başarılı olamaz. Ama çok uzun vadeli hedefler koymak doğru değil. Hep bir adım ötesine bakmanız gerekiyor. Her hakem gibi benim de şimdiki hedefim FIFA hakemi olmak. Önce bu hedef için çalışayım, elde edeyim, belki ondan sonra gelecek marka hakemlik.
FIFA hakemliğinde temel kriterlerden biri de dil bilmek.
Yabancı dilim iyi. O konuda bir sıkıntım yok. Hatta biraz da Almancam var. Onu fazla geliştirmedim ama İngilizcem oldukça ileri düzeyde.
"Trabzon'da herkes hakem!"
Herkesin futbolu çok iyi bildiği bir şehirde yaşıyorsunuz. Trabzon'da herkes teknik direktör. Peki herkes hakem mi aynı zamanda?
Evet herkes hakem. Bunu en iyi amatör müsabakalarda yaşıyorum. Her hafta en az bir tane amatör müsabakaya çıkıyorum. Herkes futbolu biliyor ve gerçekten biliyor. Herkes hakem ama herkes hakemliği çok iyi bilmiyor. Bir amatör müsabaka yönettiğiniz zaman Trabzon'daki futbolun düzeyini çok iyi görebiliyorsunuz. Trabzon'daki amatör müsabakalar Lig B düzeyinde. Şu anda da play-off'lar oynanıyor ve tribündeki tepkilerden herkesin hakem olduğunu anlıyorsunuz. Trabzon futbolla yaşayan bir şehir, bunun bütün şartları ve gerekleri oluşmuş durumda.
Halkın size olan ilgisi, diyalogları ve tepkileri nasıl?
Özellikle Galatasaray, Beşiktaş maçlarına çıktıktan sonra tanınan bir insan haline geldim. İnsanlar sokağın diğer tarafından bile "Barış hoca iyiydin veya kötüydün" diye bağırabiliyor. Trabzon insanının bir dobralığı var ve kötüyseniz de bunu söylüyor. Mesela bir amatör müsabaka yönetirken, genç bir arkadaş "Hocam Beşiktaş-Kayseri maçını çok kötü yönettiniz" diye bağırdı, karşılıklı gülüştük.
İşinizden söz edelim biraz da. Hakemlik oldukça yoğun bir mesai istiyor. İkisini birlikte nasıl yürütüyorsunuz?
En büyük sıkıntımız bu aslında ama bunları bir şekilde yoluna koymak için kendi işimi kurdum. Bağımsız çalıştığım için problem yok. İnşaat Mühendisliğiyle ilgili bir proje ofisim var. Bunun dışında bir bilgisayar marketi açtım. İşimi bıraktığım zaman gözümün arkada kalmayacağı iş arkadaşlarına sahibim ve çok rahatladım. Çünkü hayatım tamamen hakemliğe göre planlanmış durumda ve bunun hakkını vermek zorundayım.
Biraz önce özel hayattaki rahatlıktan söz ettiniz. Bu konuyu biraz açar mısınız?
İnsan özel hayatında rahat değilse iş hayatında da başarılı olamaz. Bu bizim için biraz daha önemli. Kafamızın rahat olması gerekiyor ki kararlarımızı en doğru biçimde verebilelim. Özel hayatınızdaki sorunların uzun süreli olması genel performansı da etkiler. Ben o açıdan çok şanslıyım. O kadar rahat ve düzgün bir aile hayatım var ki, hiçbir sorun yaşamıyorum. Eşim çok anlayışlı. Bazen şaka yollu, "Hakemlik benden ön planda" diyor. Ben de "İkiniz ayrı kategorilerdesiniz" diyorum. Hem eşim hem benim hem de eşimin ailesi çok rahat bir ortam hazırlıyor. Ayrıca eşimin bana şans getirdiğini düşünüyorum. Onunla tanıştığımda B Klasmanı hakemiydim, şimdi Süper Lig'deyim. Başarılı bir özel hayat buraya da yansıdı. Tabii başarı göreceli bir kavram ve henüz yolun başındayım ama Süper Lig Türkiye'deki pek çok hakemin hayal ettiği bir nokta.
"10 yıl radyo programı yaptım"
Hakemliğin dışında nelerle uğraşırsınız, nedir sizi mutlu eden şeyler?
Sinema benim için gerçek anlamda çok büyük bir keyif. Boş zamanlarımda en çok yaptığım şey sinemaya gitmektir. Ama son zamanlarda hakemlikteki yoğunluk nedeniyle sinemanın tam hakkını veremediğimi düşünüyorum ve bu beni üzüyor. Ama sinemayı çok seviyorum. Bununla ilgili radyo programları da yaptım. En son izlediğim film Koku'ydu. Son 15 dakikası biraz ütopik olsa da beni hayal kırıklığına uğrattı. Ben içinde ayrı bir film barındıran filmleri seviyorum. Çok sıradan ve tekdüze bir senaryo beni cezbetmiyor. Filmin sonunda şaşırmam gerekiyor. 6. His, Da Vinci Şifresi gibi filmler, özellikle Shyamalan filmleri daha çok ilgimi çekiyor. Son dönemde de Denzel Washington'ın "Deja Vu" filmini çok beğendim. Fırsat bulduğum kadar tiyatroya da gitmeye çalışıyorum. Devlet Tiyatrosu Macbeth'i oynuyor ve mutlaka izleyeceğim. Evimde de bir DVD arşivim var. Eşimi kandırıp güzel bir ses sistemi de kurabilirsem çok güzel olacak.
Bir de kitaplar konusu var.
Özellikle son dönemde abartılı bir biçimde kitap okumaya başladım. Ancak kitapta da aynı seçim var. Tek bir türe saplanıp kalmanın yanlış olduğunu düşünmekle beraber aynı durumla karşı karşıyayım. Da Vinci Şifresi ile başladım, Melekler ve Şeytanlar, Po Gölgesi, Dante Kulübü gibi aynı türden kitaplar okudum. En son Kızıl Nehirler'i bitirdim. Ancak filmine gitmedim. Çünkü önce kitabını okuduğunuz bir filme gittiğinizde hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Kafanızda canlandırdığınız karakterlerden çok daha başkaları çıkıyor karşınıza. Şu anda da Tarihçi'yi okuyorum. Daha öncesinde ise Osmanlı Tarihi ile ilgili kitaplar okudum.
Biraz önce radyoda sinema programları yaptığınızdan söz ettiniz. O konuyu açar mısınız biraz?
Evet, bir de radyoculuk var. 1994 yılında yerel radyolarda çalışmaya başladım ve bu işi 10 yıl sürdürdüm. Benim için iyi bir serüven oldu. Kişiliğime büyük katkı sağladığını düşünüyorum. Önce sinema programları ile başladım, daha sonra sakin yapımla uyuşmamasına rağmen şova dönük programlar yaptım. Kahkaha efektlerinin bol olduğu esprili programlar. Son dönemde de radyocu olmayan bir arkadaşımla çok eğlenceli programlar yaptım. Ama daha sonra hakemlik bazı şeylerden vazgeçmeyi gerektirdi ve 1.5 sene önce bırakmak zorunda kaldım.
İşin içinde radyoculuk varsa müzikle de bir ilginiz olmalı.
Radyoculuk çok geniş bir yelpazede müzik dinlememi sağladı. Yeni türlerin farkına vardım. Karadeniz müziğine biraz uzaktım ama daha sonra Volkan Konak, Kazım Koyuncu ve Fuat Saka ile Karadeniz müziğini sevdim.
Horon da oynar mısınız?
Babam horonu çok sever ve iyi de oynar ama ben daha önce horona uzaktım. Şimdi horon oynamayı da öğrendim ve hatta düğünümde oynadım. Çok fazla göz önünde oynamaktan ise hoşlanmıyorum.
Radyoculuk dolayısıyla medyaya yakın bir insansınız. Hakemliği bıraktıktan sonra yorumculuk yapmayı düşünür müsünüz?
Buna yüzde yüz cevap veremem ama yapmayı düşünmüyorum. Daha sonraki kariyerimi gözlemci olarak sürdürmek istiyorum. Bazı konularda başarılı olabilmişsem bu başarımı daha sonra yetişecek hakemlere aktarmak isterim. Bu da gözlemci, eğitimci veya yönetici olarak yapılabilir.
(Röportaj: Mazlum Uluç - TAM SAHA)