Manşetlerin efendisi!
Yayınlanma Tarihi 30 Aralık 2010 Per 09:19
Serdar Bilgili döneminde akıllarda en çok iz bırakan açıklama "Beşiktaş'ı gazetelerin üçüncü sayfasından kurtaracağız" cümlesiydi. Aslında haklıydı.
Yıllardır üç İstanbul takımının medyada başlık çalma sırası hiç değişmiyor, Beşiktaş üçüncü öncelikteydi ve hatta Trabzonspor'un üst üste şampiyonluklar yaşadığı dönemde dördüncülüğe geriliyordu. Serdar Bilgili farklı bir vizyon ve yönetici profili çiziyordu. Markalaşma çağında önceliğin medyada süre almak olduğunu erken kavrayan kuşağın temsilcisiydi.
Beşiktaş 2003 yılında kıpırdadı. 100 yaşına basan ilk kulüp olması itibarıyla işleri biraz daha kolaylaşmış, yıldız oyuncularının çokluğunda gazete sayfalarındaki sıralamada bir parça yukarı tırmanmıştı. Oysa bu söylem ülkede yıllardır değişmeyen gazete tirajları göz önüne alındığında çok da üzerinde durulmaması gereken bir argüman olmuştu. Pazartesi günü Fenerbahçe kazandığında daha çok gazete satıldığı gerçeği yadsınamazdı ama 90'ların başı ile birlikte gazetelerin gelirlerinde reklamın payı yükseldikçe satılan gazete miktarı öyle olmazsa olmaz sınıfından sayılmamaya başladı. Kulüplerin gelirlerinde de esas ağırlığı televizyon parası ve sponsor desteği oluşturmaya başlamıştı. Bilgili o günlerde gazete sayfalarındaki ağırlığa bakmadan, kulübün internet ve TV alanındaki çalışmalarını, medya ilişkilerini profesyonelleştirebilseydi esas devrimi başlatmış olacaktı. Çünkü dünya hızla küçülüyor, esas yarış gezegen üzerine yayılıyordu. Türkiye'nin 'vay be Manchester United'in televizyonu var, aaa Barcelona forma satışlarında Uzakdoğu'da bile büyük ciro yapıyor, bakın liglerinin yurtdışı satış gelirleri bile bizi fersah fersah katlıyor gibi konuşmalar yaptığı bir dönemdi.
Salı akşamı NTV'de konuşmasına başlarken Beşiktaş Televizyonu konusundaki hatalarından sıkıntı duyarcasına ilk cümlesini sarfetti Demirören: "İcraatın içindenleri yakında BJK TV'den yaparız artık..."
Güçlü olabilirsiniz ama etkili olmak başka bir uzmanlık alanıdır. Etki için profesyonelliğe ihtiyaç duyarsınız. Demirören o kadar güce karşılık etkisiz hissetmişti belli ki Beşiktaş medya gücünü...
Geçen ay basketbolunun son baharını bile geçmiş İverson'ın transferi Beşiktaş'ı yahoo'da ikinci sıraya taşıdı. Son altı ayda medya'da en çok konuşulan isimler Guti, Schuster... Son iki haftanın manşetlerini Simao ve Almeida kapladı. Muhtemelen yılın sonuna kadar yine manşetleri Beşiktaş dolduracak. Bilgili'nin rüyasını Demirören gerçekleştiriyor. Ancak Bilgili'nin başlatamadığı bir başka işe de ciddi sarılmak zorunda...
Demirören NTV'de yerli dizi ve spor programı izlemediğini, sadece yabancı dizileri takip ettiğini söyledi. Spor gazetelerini de okumuyormuş. Sadece bilgi notları geliyormuş her sabah önüne... Ha bir de bilgisayar kullanmadığını söyledi.
Uzun vadede gücü etkili kılmak için önemli bir virajdalar. Bu kadar yıldızı yönetmek için çok ciddi bir medya takip takımına ve stratejisine sahip olmak gerekiyor artık.
Guti'nin Ortaköy olayı üzerinden yola çıkarak, Q7 ve arkadaşlarının da katılımıyla takımı saha dışında yönetmenin, medyanın ilgi alanını, medya yazarlarının düşünce sistematiğini, markayı yönetmenin bir parçası olarak görmek gerekiyor. Okumak ve izlemek lazım...
Esas büyük adım, bunca büyük ismi buraya getirdikten sonra onları korumayı başarmaktan geçiyor.
Sadece teknik direktör disiplini, tesis kuralları, seyahat ve konaklama esasları ile dünya üzerindeki rekabette ileri gidemezsiniz. Öyle ya böyle bir takım kurduğunuza göre Türkiye liginin çok üzerinde dünya ile yarışmaya adaylık koymuşsunuz demektir.
Mesela, milyonlarca doları oyuncu transferine harcarken, basketbol takımına binlerle ifade edilen lira ödemeleri yapmıyorsanız olmaz... İşte orada medyada ne kadar başlık çalarsanız çalın, bir küçük kutu haberden imaj kaybediyorsunuz demektir.
Beşiktaş için yüzyılın esas yarışı yeni başlıyor. Kulüp yeni karakterini hücum oynayan, yıldız oyuncular transfer eden, dünya ile rekabete soyunan olarak ilan etti. Bu saatten sonra birkaç sene altyapı, isimsiz transfer, dinlenme dönemini asla kabul ettiremez taraftarına ve böyle bir durumda medya'da tamamen silinme tehlikesi yaşar.
İç yapılanma, standartları olan medya planlaması ve kurulan politikada devamlılık esastır.
Bundan sonraki göreviniz manşetlere çıkmak değil, manşetlerde kalmayı içeriyor.
Çok okumak, çok izlemek, çok çalışmak zorundasınız...
I love Paris in the summer*
1997 Aralık ayıydı. Odasından hışımla fırlayıp ekranın karşısında dikiliverdi. Gözlerinden TV'deki melodinin büyüsüne kapıldığı apaçık belli oluyordu. Tam bir yıldır Liverpool'un "You'll never walk alone" parçasıyla yapılan prestij tanıtımları spor servisinin karakterini ortaya koymuştu. Sporun içine müziğin kaynaşması, onun hayat görüşündeki en keskin çizgiydi. Şimdi ekranda başka bir tanıtım dönüyordu. Yaklaşmakta olan 1998 Dünya Kupası öncesi birbirinden özel futbol ve Fransa görüntüsü "I love Paris in the summer" eşliğinde dönüyor ve Kenan Onuk tipi yayıncılığın başkalığını haykırıyordu.
"Haziranda Fransa'da olacağız." dedi.
Tanıtımları çoğalttı. Band her döndüğünde dikkat kesilip dinliyorduk. Yeni yıla günler kala içimizde Fransa 98 heyecanı oluşmaya başlamıştı.
Birkaç gün sonra çağırıp, 'Yanınıza seyyar bir yayın linki alın, bir kameramanla birlikte 31 Mayıs'ta Paris'te olun ve final maçına kadar bana Dünya Kupası'nı anlatın.' dedi.
40 gün Fransa'dan düzenli yayınlar yapmak o günün şartlarında müthiş bir hikâyeydi. Genç ekibine güvendi. Sponsor da ona güvenince ortaya harika bir 98 yazı çıktı.
Onun spor servisi Türkiye'de bir ilke imza atmıştı.
Hikâyenin sonrası bir kitap konusu...
Onunla birlikte çalışma şansı bulmuş kardeşleri salı akşamı 24 TV'deki Güzel Oyun programını ona ayırmışlardı. Aramızdan bedenen ayrılan, ama ruhen içimizde olan Kenan Onuk'a... Çok özel bir Kenan Onuk dosyası, onun Güzel Oyun'a katkısını bir kez daha hatırlattı. Kenan Onuk'un daha 20 yaşında iken TRT'de merkez haberlerde başlayan müthiş maratonunu 24 Spor belgeselleştirmiş... Onunla çalışma fırsatı bulmuş Fatih Çevik ve Ali Okancı, genç prodüktör Evren Göz harika bir iş çıkarmışlar.
Kaçıranlar pazar günü saat 13.15'teki tekrarını mutlaka izlemeli...
Maraton koşan adamın yalnızlığını bilsek de bazı insanların asla aslında yalnız yürümediğini anlamak için...
* Paris'i yazın severim
Yıllardır üç İstanbul takımının medyada başlık çalma sırası hiç değişmiyor, Beşiktaş üçüncü öncelikteydi ve hatta Trabzonspor'un üst üste şampiyonluklar yaşadığı dönemde dördüncülüğe geriliyordu. Serdar Bilgili farklı bir vizyon ve yönetici profili çiziyordu. Markalaşma çağında önceliğin medyada süre almak olduğunu erken kavrayan kuşağın temsilcisiydi.
Beşiktaş 2003 yılında kıpırdadı. 100 yaşına basan ilk kulüp olması itibarıyla işleri biraz daha kolaylaşmış, yıldız oyuncularının çokluğunda gazete sayfalarındaki sıralamada bir parça yukarı tırmanmıştı. Oysa bu söylem ülkede yıllardır değişmeyen gazete tirajları göz önüne alındığında çok da üzerinde durulmaması gereken bir argüman olmuştu. Pazartesi günü Fenerbahçe kazandığında daha çok gazete satıldığı gerçeği yadsınamazdı ama 90'ların başı ile birlikte gazetelerin gelirlerinde reklamın payı yükseldikçe satılan gazete miktarı öyle olmazsa olmaz sınıfından sayılmamaya başladı. Kulüplerin gelirlerinde de esas ağırlığı televizyon parası ve sponsor desteği oluşturmaya başlamıştı. Bilgili o günlerde gazete sayfalarındaki ağırlığa bakmadan, kulübün internet ve TV alanındaki çalışmalarını, medya ilişkilerini profesyonelleştirebilseydi esas devrimi başlatmış olacaktı. Çünkü dünya hızla küçülüyor, esas yarış gezegen üzerine yayılıyordu. Türkiye'nin 'vay be Manchester United'in televizyonu var, aaa Barcelona forma satışlarında Uzakdoğu'da bile büyük ciro yapıyor, bakın liglerinin yurtdışı satış gelirleri bile bizi fersah fersah katlıyor gibi konuşmalar yaptığı bir dönemdi.
Salı akşamı NTV'de konuşmasına başlarken Beşiktaş Televizyonu konusundaki hatalarından sıkıntı duyarcasına ilk cümlesini sarfetti Demirören: "İcraatın içindenleri yakında BJK TV'den yaparız artık..."
Güçlü olabilirsiniz ama etkili olmak başka bir uzmanlık alanıdır. Etki için profesyonelliğe ihtiyaç duyarsınız. Demirören o kadar güce karşılık etkisiz hissetmişti belli ki Beşiktaş medya gücünü...
Geçen ay basketbolunun son baharını bile geçmiş İverson'ın transferi Beşiktaş'ı yahoo'da ikinci sıraya taşıdı. Son altı ayda medya'da en çok konuşulan isimler Guti, Schuster... Son iki haftanın manşetlerini Simao ve Almeida kapladı. Muhtemelen yılın sonuna kadar yine manşetleri Beşiktaş dolduracak. Bilgili'nin rüyasını Demirören gerçekleştiriyor. Ancak Bilgili'nin başlatamadığı bir başka işe de ciddi sarılmak zorunda...
Demirören NTV'de yerli dizi ve spor programı izlemediğini, sadece yabancı dizileri takip ettiğini söyledi. Spor gazetelerini de okumuyormuş. Sadece bilgi notları geliyormuş her sabah önüne... Ha bir de bilgisayar kullanmadığını söyledi.
Uzun vadede gücü etkili kılmak için önemli bir virajdalar. Bu kadar yıldızı yönetmek için çok ciddi bir medya takip takımına ve stratejisine sahip olmak gerekiyor artık.
Guti'nin Ortaköy olayı üzerinden yola çıkarak, Q7 ve arkadaşlarının da katılımıyla takımı saha dışında yönetmenin, medyanın ilgi alanını, medya yazarlarının düşünce sistematiğini, markayı yönetmenin bir parçası olarak görmek gerekiyor. Okumak ve izlemek lazım...
Esas büyük adım, bunca büyük ismi buraya getirdikten sonra onları korumayı başarmaktan geçiyor.
Sadece teknik direktör disiplini, tesis kuralları, seyahat ve konaklama esasları ile dünya üzerindeki rekabette ileri gidemezsiniz. Öyle ya böyle bir takım kurduğunuza göre Türkiye liginin çok üzerinde dünya ile yarışmaya adaylık koymuşsunuz demektir.
Mesela, milyonlarca doları oyuncu transferine harcarken, basketbol takımına binlerle ifade edilen lira ödemeleri yapmıyorsanız olmaz... İşte orada medyada ne kadar başlık çalarsanız çalın, bir küçük kutu haberden imaj kaybediyorsunuz demektir.
Beşiktaş için yüzyılın esas yarışı yeni başlıyor. Kulüp yeni karakterini hücum oynayan, yıldız oyuncular transfer eden, dünya ile rekabete soyunan olarak ilan etti. Bu saatten sonra birkaç sene altyapı, isimsiz transfer, dinlenme dönemini asla kabul ettiremez taraftarına ve böyle bir durumda medya'da tamamen silinme tehlikesi yaşar.
İç yapılanma, standartları olan medya planlaması ve kurulan politikada devamlılık esastır.
Bundan sonraki göreviniz manşetlere çıkmak değil, manşetlerde kalmayı içeriyor.
Çok okumak, çok izlemek, çok çalışmak zorundasınız...
I love Paris in the summer*
1997 Aralık ayıydı. Odasından hışımla fırlayıp ekranın karşısında dikiliverdi. Gözlerinden TV'deki melodinin büyüsüne kapıldığı apaçık belli oluyordu. Tam bir yıldır Liverpool'un "You'll never walk alone" parçasıyla yapılan prestij tanıtımları spor servisinin karakterini ortaya koymuştu. Sporun içine müziğin kaynaşması, onun hayat görüşündeki en keskin çizgiydi. Şimdi ekranda başka bir tanıtım dönüyordu. Yaklaşmakta olan 1998 Dünya Kupası öncesi birbirinden özel futbol ve Fransa görüntüsü "I love Paris in the summer" eşliğinde dönüyor ve Kenan Onuk tipi yayıncılığın başkalığını haykırıyordu.
"Haziranda Fransa'da olacağız." dedi.
Tanıtımları çoğalttı. Band her döndüğünde dikkat kesilip dinliyorduk. Yeni yıla günler kala içimizde Fransa 98 heyecanı oluşmaya başlamıştı.
Birkaç gün sonra çağırıp, 'Yanınıza seyyar bir yayın linki alın, bir kameramanla birlikte 31 Mayıs'ta Paris'te olun ve final maçına kadar bana Dünya Kupası'nı anlatın.' dedi.
40 gün Fransa'dan düzenli yayınlar yapmak o günün şartlarında müthiş bir hikâyeydi. Genç ekibine güvendi. Sponsor da ona güvenince ortaya harika bir 98 yazı çıktı.
Onun spor servisi Türkiye'de bir ilke imza atmıştı.
Hikâyenin sonrası bir kitap konusu...
Onunla birlikte çalışma şansı bulmuş kardeşleri salı akşamı 24 TV'deki Güzel Oyun programını ona ayırmışlardı. Aramızdan bedenen ayrılan, ama ruhen içimizde olan Kenan Onuk'a... Çok özel bir Kenan Onuk dosyası, onun Güzel Oyun'a katkısını bir kez daha hatırlattı. Kenan Onuk'un daha 20 yaşında iken TRT'de merkez haberlerde başlayan müthiş maratonunu 24 Spor belgeselleştirmiş... Onunla çalışma fırsatı bulmuş Fatih Çevik ve Ali Okancı, genç prodüktör Evren Göz harika bir iş çıkarmışlar.
Kaçıranlar pazar günü saat 13.15'teki tekrarını mutlaka izlemeli...
Maraton koşan adamın yalnızlığını bilsek de bazı insanların asla aslında yalnız yürümediğini anlamak için...
* Paris'i yazın severim