Hangi film bu heyecanı yaşatır?
Yayınlanma Tarihi 5 Aralık 2012 Çar 08:05
Video yükleniyor...
Futbol kültürünün en önemli parçalarından biri, futbol üzerine yapılmış filmlerdir. Bu yüzdendir ki, Tutkumuz Futbol’un geçtiğimiz bölümlerinde içinden futbol tutkusunun geçtiği pek çok filmi paylaştık.
Ancak, bazen öyle maçlar seyrediyoruz ki, gerçek olması inanılmaz geliyor. Hatta öyle ki, bu maçları film yapsa Hollywood yapımcıları, “hadi canım sen de, amma abartmışlar” deriz.
Film gibi maç, film gibi dram ve mutlu son. Takımınız Avrupa şampiyonasında 119’da golü yiyor, tam her şey bitti derken 120’de kalecinin degajında santraforunuz golü kaydediyor. Maç penaltılara uzanıyor, efsane canlı yayında gözlerinizin önünde yazılıyor.
Böylesi 100 yılda bir mi görülür? Emin misiniz? 75. dakikasına 2-0 yenik girdiğiniz bir maçta son onbeş dakikaya 3 gol sığdırabilir misiniz? Unutmadan ekleyelim, bu arada kaleciniz kırmızı kart gördü, oyuncu değiştirme hakkınız kalmadığından mesela Tuncay geçti kaleye.
Geri dönüşler elbette unutulmaz. Ya bir derbi olursa bu maç? 3-0 mağlup götürdüğünüz derbiyi, kalbim dayanmayacak diyerek kapatmayı düşünürken, 45 dakikada nasıl 4-3 nasıl kazanılır bir maç, seyredebilirsiniz ve bunun bir film olması gerekmez bazen. Ertesi gün gazetelerde “Şeytan aldı götürdü, Hasan vurdu bitirdi” manşetini okurken, bir filmin son yazılarının akışını izlediğinize inandırabilirsiniz kendinizi.
Mucizelere tanıklık etmek, hiç umudunuz yokken sezonun son maçın bittikten 16 dakika sonra şampiyonluğunuzun ilan edildiği anları statta yaşamak, ancak bir film kahramanının başına gelebilecek türden bir olay değildir.
Ligin 10. Haftasında Oğuzhan’ın hayalini kurduğu forma ile ilk golünü attığı an bir film senaryosunun parçası olabilir ancak. Gözaltı ve sakatlıklarla hayatının en zor günlerini geçiren Sezer Öztürk’ün golünü kaydettiği anlarda yaşadığı duygusal dakikalar ve oğlunun “baba” seslenişi ancak Hollywood’da izleyebileceğiniz türden bir dramın mutlu sonu olurdu.
Galatasaray’ın TT Arena’daki Manchester zaferi sonrası çıktığı Elazığspor maçındaki durağan futbolu, Muslera’nın kırmızı kartı ve hakemin penaltı kararıyla kaybedilen iki puanla bitecek mi sandınız? Melo’nun kaleye geçişi, genç Göksu’nun psikolojik savaşı kaybedişi, Melo’nun ellerinden seken top ve Galatasaray efsanesi Taffarel’in kale arkasından verdiği taktiklerle geçen son 4 dakika. İnanılmaz mı? Siz hiç futbol seyretmediniz mi?
“İşte futbolun büyülü yanlarından biri de budur; imkansız bir düşü gerçekleştirebilir” diyor Nick Hornby, Futbol Ateşi adlı kitabında. Bazı maçlar unutulmaz, yaşanan heyecan ve kalp çarpıntıları unutulmasına izin vermez. Skordan çok daha fazlası yazılır tarih sayfalarına, “oradaydım” veya “o maçı izledim” dersiniz gururla, tarihe tanıklık yapmış olmanın verdiği heyecanla.
Bazen karışır futbolseverin kafası. Maç mı izledim ben, yoksa akıl oyunları ve ince bir yaratıcılıkla yazılmış bir film miydi? Belki, ikisi birden.
Ancak, bazen öyle maçlar seyrediyoruz ki, gerçek olması inanılmaz geliyor. Hatta öyle ki, bu maçları film yapsa Hollywood yapımcıları, “hadi canım sen de, amma abartmışlar” deriz.
Film gibi maç, film gibi dram ve mutlu son. Takımınız Avrupa şampiyonasında 119’da golü yiyor, tam her şey bitti derken 120’de kalecinin degajında santraforunuz golü kaydediyor. Maç penaltılara uzanıyor, efsane canlı yayında gözlerinizin önünde yazılıyor.
Böylesi 100 yılda bir mi görülür? Emin misiniz? 75. dakikasına 2-0 yenik girdiğiniz bir maçta son onbeş dakikaya 3 gol sığdırabilir misiniz? Unutmadan ekleyelim, bu arada kaleciniz kırmızı kart gördü, oyuncu değiştirme hakkınız kalmadığından mesela Tuncay geçti kaleye.
Geri dönüşler elbette unutulmaz. Ya bir derbi olursa bu maç? 3-0 mağlup götürdüğünüz derbiyi, kalbim dayanmayacak diyerek kapatmayı düşünürken, 45 dakikada nasıl 4-3 nasıl kazanılır bir maç, seyredebilirsiniz ve bunun bir film olması gerekmez bazen. Ertesi gün gazetelerde “Şeytan aldı götürdü, Hasan vurdu bitirdi” manşetini okurken, bir filmin son yazılarının akışını izlediğinize inandırabilirsiniz kendinizi.
Mucizelere tanıklık etmek, hiç umudunuz yokken sezonun son maçın bittikten 16 dakika sonra şampiyonluğunuzun ilan edildiği anları statta yaşamak, ancak bir film kahramanının başına gelebilecek türden bir olay değildir.
Ligin 10. Haftasında Oğuzhan’ın hayalini kurduğu forma ile ilk golünü attığı an bir film senaryosunun parçası olabilir ancak. Gözaltı ve sakatlıklarla hayatının en zor günlerini geçiren Sezer Öztürk’ün golünü kaydettiği anlarda yaşadığı duygusal dakikalar ve oğlunun “baba” seslenişi ancak Hollywood’da izleyebileceğiniz türden bir dramın mutlu sonu olurdu.
Galatasaray’ın TT Arena’daki Manchester zaferi sonrası çıktığı Elazığspor maçındaki durağan futbolu, Muslera’nın kırmızı kartı ve hakemin penaltı kararıyla kaybedilen iki puanla bitecek mi sandınız? Melo’nun kaleye geçişi, genç Göksu’nun psikolojik savaşı kaybedişi, Melo’nun ellerinden seken top ve Galatasaray efsanesi Taffarel’in kale arkasından verdiği taktiklerle geçen son 4 dakika. İnanılmaz mı? Siz hiç futbol seyretmediniz mi?
“İşte futbolun büyülü yanlarından biri de budur; imkansız bir düşü gerçekleştirebilir” diyor Nick Hornby, Futbol Ateşi adlı kitabında. Bazı maçlar unutulmaz, yaşanan heyecan ve kalp çarpıntıları unutulmasına izin vermez. Skordan çok daha fazlası yazılır tarih sayfalarına, “oradaydım” veya “o maçı izledim” dersiniz gururla, tarihe tanıklık yapmış olmanın verdiği heyecanla.
Bazen karışır futbolseverin kafası. Maç mı izledim ben, yoksa akıl oyunları ve ince bir yaratıcılıkla yazılmış bir film miydi? Belki, ikisi birden.