Chelsealiler aristokrat ve ırkçı
Yayınlanma Tarihi 1 Nisan 2008 Sal 11:59
Fenerbahçe'nin yarın karşılaşacağı İngiliz ekibi Chelsea, ilginç taraftar profili ile dikkat çekiyor. Aristokratların takımı olarak bilinen Maviler'in tribünlerinde ise ırkçı holiganların hakimiyeti bulunuyor.
Genel futbol tarihine baktığımızda, kulüplerin önce kurulduklarını, sonra statlarını inşa ettiklerini, sonra da taraftar gruplarının oluştuğunu görürüz. Ancak Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde, temsilcimiz Fenerbahçe ile eşleşen Chelsea takımının kuruluşu ve taraftar grubunun oluşumu tamamıyla farklı bir biçimde gerçekleşmişti. Rus milyarder Roman Abramovich’in kulübü satın almasından sonra gelen büyük harcamalara ve yaptığı yıldız transferlere istinaden oluşan kulübün taraftar profil ve sayısındaki değişim, ne tesadüftür ki aslında kulübün ilk yıllarında taraftar gruplarının nasıl oluştuğuna dair izleri de içinde barındırıyor.
STAT İÇİN KULÜP KURULDU
1904 yılında Londra’nın önemli zenginlerinden ve Abramovich gibi futbol meraklısı olan Gus Mears ile kardeşi Joseph Mears, ülkede futbola ilginin büyük bir hızla artmasına rağmen, yaptıkları incelemede Londra’da Arsenal dışında üst düzey futbol kulübü olmadığını görmüşlerdi. 1877 yılında açılan ve o yıldan itibaren atletizm yarışmaları için kullanılan Stamford Bridge adlı stadı satın almışlardı. Amaçları tesisi, futbol stadı şeklinde yeniden dizayn ettirerek, futbol takımlarına kiralama ve satma yöntemiyle, yüklü miktarda para kazanabilmekti. Stadın yeniden inşasını da mimar Archibald Leitch ile anlaşarak gerçekleştirmişlerdi. Leitch o yıllarda Ibrox, Celtic Park, Craven Cottage ve Hampden Park gibi ünlü statlarda imzası bulunan gözde bir mimardı.
Ancak beklenmedik bir şekilde ilk teklifi götürdüğü Fulham kulübü teklifi geri çevirdi. Çevresi bu projeden vazgeçmesi gerektiği yönünde onu ikna etmeye çalışırken, sadece yakın arkadaşı Fred Parker projeye olumlu yaklaşıyordu. Bu konuda bir şehir efsanesi de hep konuşup durulur. Mears’ın, stadı demiryollarına satmayı düşündüğü günlerde, Parker onu aksi yönde ikna etmeye çalışırken, Mears’ın terrier cinsi köpeği durduk yere yakın dostunu bacağından ısırır. Bunu iyiye işaret olarak yoran Parker’dan etkilenen Mears, arkadaşının nasihatini dinleyerek Stamford Bridge için bir futbol kulübü kurmaya karar verir.
14 Mart 1905’te stadın Fulham Road üzerindeki ana girişinin hemen karşısında bulunan The Rising Sun adlı pub, bu tarihi ana tanıklık eder. Kulübün ismini belirlemek için uzun süren tartışmalar yaşanırken, Kensington FC, Stamford Bridge FC, London FC gibi isimler üzerinde hararetle durulur. O bölgede zaten Fulham isimli bir takım var olduğu için hemen yakındaki, zenginleriyle ünlü Chelsea adlı semtin ismi takıma uygun görülür. Böylece Chelsea FC, bir stat için kurulan ilk futbol kulübü olma unvanını sahip olur.
ARİSTOKRATLARIN TRİBÜNÜ
Önce Güney ligine teklif götürürler ancak girişim sonuçsuz kalır. Kulübü kurma yolunda Mears’ın aklını çelen Fred Parker, bu konuda da devreye girer ve takımın İkinci Lig’e alınmasını sağlar. Ancak hiçbir kökeni bulunmayan takım tribünleri nasıl dolduracaktır? “Royal Borough of Kensington and Chelsea”nin takımı olarak isim konusunda zengin ve aristokratik bir muhitten beslenen kulüp, taraftar bağlamında da bölgenin zengin profilinden yararlanacaktır. Bunun için Mears biraz daha para saçıp, yıldız futbolcuları takıma katmaya başlar. Bu girişimler bölgenin üst tabaka insanlarını, Stamford Bridge tribünlerine çeker. Henüz ilk sezonda bir Manchester United maçında, o zamanlar yüz bine yakın kapasitesi olan stadyum, 67 bin kişiyi ağırlar. Taraftar sayısı, ertesi yıl çıkılan Birinci Lig’le beraber yükselen bir grafiğe ulaşmıştır. Batı Londra’da devlet binalarının, elçiliklerin, üniversitelerin, müzelerin ve pahalı evlerin süslediği bir semtin takımı olarak, tribünlerde, ilk yıllardan itibaren daha çok aristokrat, buna karşın takımına çok bağlı bir taraftar profili oluşmaya başlar. Stamford Bridge, genelde diğer İngiliz takımlarında görülen işçi kesimin ve daha alt gelir gruplarının temelini oluşturduğu tribün sosyolojisinden uzak bir tabloya sahiptir. Bu arada kulübün bir de lakabı vardı artık; “The Pensioners.” Chelsea semtinde, kraliyetin bir hastanesinde askerler tedavi olmakta, hatta bazıları hayatlarını burada geçirmektedir. Bu askerlere “Chelsea Pensioner” denilmektedir. Chelsea’nin ilk kulüp ambleminde yer alan askerin ve lakabının da geldiği kaynak budur.
1952’de eski ünlü futbolculardan Ted Drake’in menajerliğe gelişiyle birlikte kulübün çehresi de değişmeye başlamıştır. Önce kulübün ambleminden “Pensioner” simgesini kaldıran ve bu lakabı yasaklayan Drake, aynı zamanda yıllardır süregelen yıldız oyuncu transfer etme geleneğini bozup altyapıya önem vererek, sistemi tamamen değiştirmektedir. Alt liglerdeki deneyimi sayesinde, genç ve yetenekli oyuncuları takıma monte ederek başarıya ulaşır. 1954-55 sezonunda şampiyon olan Chelsea, böylece tarihinin ilk büyük kupasını kazanır ve artık “Drake’in ördekleri” olarak anılmaya başlanır. Taraftarlar da takımlarına “Blues” (Maviler) diye seslenmektedir.
PROFİL DEĞİŞİYOR
1960’lara gelindiğinde İngiltere’de işsizlik artarken, işçi sınıfı da geçim derdindedir. Bu ortamda Chelsea’nin tribünlerindeki görüntülerde de değişimler yaşanmaktadır. Artık sadece zenginlerin mahallesi olan Chelsea’den değil, Batı Londra’nın değişen nüfus yapısında, çalışan kesimin mahalleleri Hammersmith ve Battersea’den de taraftarlar Stamford Bridge’in tribünlerini doldurmaktadır. Özellikle The Shed End, en azılı grupları barındıran yer olmasıyla ünlenmeye başlamıştır. Tarihinde ilk defa ulaşılan 1965 Lig Kupası ve 1970 FA Cup zaferleri taraftarları mutlu ederken, sayılarının da artmasını sağlar. 1971’de Real Madrid’e karşı kazanılan Kupa Galipleri Kupası zaferi, başarı bardağını bir hayli doldurmuştur. Kulüp efsanesi Peter Osgood da bu yıllarda oynamış ve taraftarın ilk kahramanlarından biri haline gelmiştir.
Kurulduğu yıldan bu yana Liverpool-Everton ve Arsenal-Tottenham rekabetleri gibi bir çekişmeye sahip olmayan Chelsea, artık ezeli rakipler edinmiştir. Özellikle West Ham, Millwall, Tottenham, QPR ve Arsenal ile oluşan çekişmelere, şehir dışından Leeds United da eklenmiştir. Bunların da etkisiyle tribün terörü denilen illet Stamford Bridge semalarında da boy göstermeye başlamıştır. Zaferlerden sonra girişilen stat yenileme projesinde maddi kayıp beklenenden fazla olunca, kulüp müthiş bir darboğaza girmiştir. Kulübün doğmasına vesile olan stadyum, neredeyse sonunu da hazırlamak üzeredir. 1970’lerin ikinci yarısı ve 80’lerin başında kulübün yaşadığı bu sıkıntılı dönemde ne yazık ki holiganizm, kulübün simgelerinden biri haline gelmiştir. Shed End tribününde konuşlanan Chelsea Shed Boys grubu, büyük olaylar çıkarmakta, özellikle Milwall’ın Bushwackers (F-Troops) ve West Ham United’ın Inter City Firm adlı gruplarıyla, ciddi kayıplara yol açan kavgalara tutuşmaktadır. “Carefree, Celery, Blue is the colour, We all follow the Chelsea” gibi meşhur şarkıların doğduğu o yıllar, daha çok bu vahim olaylarla anılır. Daha sonra “Chelsea Headhunters” ismini alan bu grup, en meşhur tribün çetelerinden biri haline gelir. Hatta grubun mottosu da 'When You're Good no-one remembers, when you're bad no-one forgets”(İyiysen kimse seni hatırlamaz, kötü olursan kimse seni unutmaz) şeklinde yeşermiştir. 1980’lerin başında borç batağında ve alt liglerde sürünen kulübü, Mears ailesinden 1 pound gibi sembolik bir rakama satın alan Ken Bates, bu gruba önlem olarak sahanın kenarına elektrikli tel çevrilmesini dahi önermiştir. Grup öylesi bir ün kazanır ki, önce o yıllarda belgesellere, ardından günümüzde meşhur “Football Factory” filmine, yeniden belgesellere ve sayısız holigan, tribün grubu temalı kitaba konu olur.
Genç jenerasyon arasında şiddeti vurgulayan punk kültürün yükselişi, daha 16-17 yaşlarında saçlarını kazıtarak Skinhead (dazlak) olarak tabir edilen ırkçılık paralelinde yönelimlerin oluşumu ve aile içi problemlerin artışı, futboldaki holiganizmin ve Headhunters gibi grupların çoğalmasını sağlamaktadır. Hillsborough ve Heysel facialarının sonucu ortaya çıkan Taylor Raporu’nun ardından alınan önlemlerle Stamford Bridge’de tribünler en azından maç sırasında güvenlik altına alınır.
BAŞBAKANIN TAKIMI
Bu arada Başkan Ken Bates’in çabalarıyla 1992’de tam olarak kurtarılan stat, 1997’de taraftarların hissedarı olabileceği, kâr amacı gütmeyen Chelsea Pitch Owners adlı şirkete devrolur. Böylece stadın başkalarına satılmasının önü sonsuza dek tıkanmıştır. 90’larda mali portrenin düzeltilmesi ve en azından stat içerisinde holiganizmin önlenmesiyle beraber, tribünlerde yine zengin kesimin temsilcilerini görmek mümkün olur. O zamanların Başbakanı John Major’ın da fanatik bir Chelsea taraftarı olmasıyla beraber, medya ilgisi de kulüp üzerine yoğunlaşmaya başlamıştır. Ancak Headhunters grubunun, beyaz ırkın üstünlüğünü isteyen, İngiltere’deki Neo-Nazilerin oluşturduğu Combat 18, National Front gibi gruplarla olan ilişkileri can sıkmaktadır. 1999’da BBC’ye bu konu hakkında bir belgesel hazırlayan Donal MacIntyre , Chelsea dövmesini dahi yaptırarak gruba dahil olmuş, Headhunters’ın Combat 18 ile direkt ilişkisi olduğunu belirlemiştir. Belgeselde Ku Klux Klan’a kadar giden kanıtlar gösterilir. Bu yayın sonrasında üst üste grubun elemanları arasında tutuklamalar yapılır. Bu arada tutuklananlardan ünlü holigan Jason Marriner’ın, hapis sonrasında o günleri anlatan kitabıyla Chelsea taraftarları arasında kahramanlık mertebesine ulaştığını da belirtelim.
1998 Dünya Kupası ve Euro 2000’de çıkan olaylarda yer alan İngiliz taraftarların önemli bölümünü oluşturduğu bilinen Headhunters grubunun o yıllardaki en azılı üyelerinden, şimdilerde gruptan ayrılıp başka bir ülkeye yerleşen Darren Wells, bir röportajında, “Ben Chelsea taraftarı olarak 17 yaşında tribünlere geldim. Sonra gruba katıldım. Daha sonra 90’larda kendimi ırkçı Combat 18 ve İngiliz aşırı sağcıları için kavga ederken buldum” demiştir.
Abramovich’in kulübü satın almasıyla, dünyanın en zenginlerinden biri haline gelen kulüp, modernize edilen Stamford Bridge’de bir yanda aristokratlar, bürokratlar ve zenginler tarafından destekleniyor, diğer taraftan ülkede ırkçılık şikâyetlerinin en çok alındığı, sabıkaları hayli kabarık bir taraftar grubuna sahip.
Kuruluşu, tarihi ve anekdotlarıyla zaten başlı başına kendine özgü bir kulüp olan Chelsea, görüldüğü üzere taraftar profilinin ve gruplarının yapısıyla da bir istisna.
Kaynak: Caner Eler-TAM SAHA