Batuhan’ın araba sevdası

Batuhan’ın araba sevdası
Beşiktaş’ın “hayta”sı Batuhan Karadeniz, müthiş bir lüks araba meraklısıymış. Mercedes’ler, BMW’ler, Audi’ler, Jaguar’lar rüyalarını süslüyormuş. Lüks araba rüyasını gerçeğe dönüştürmek için, ara transferde Beşiktaş’tan ayrılmayı bile düşündüğünü okudum Vatan’da. Çok garip...

Beşiktaş’ın efsane oyuncularından Metin Tekin, en parlak yıllarında bir Renault Flash kullanırdı. Ali Gültiken’in arabası da metalik bok böceği yeşili bir Doğan’dı.
 
O yıllarda Batuhan’ın bugün kazandığından çok fazla kazandıkları halde, patronların bile alırken iki kez düşündüğü arabaları hiç hayal etmediler. Ama hep kendilerini geliştirip, Batuhan gibi delikanlıların rüyalarını süslediler.
 
Sevgili dostum Orhan Karadeniz, oğluna başka örnekleri de anlatmalı.
 
Islak bir teşekkür
Genç bir yazarı uyarmak amacıyla, üstelik şaka tadında yazdığım bir yazı, hiç beklemediğim olaylara neden oldu. Hak etmediğim bir saygısızlıkla karşılaştım. Yine de topu göğsümde yumuşatarak yere indirmeye çalıştım.
 
Bu işi uzatmaya hiç niyetim yoktu. Ama önleyemediğim, engelleyemediğim bir durumla karşılaştım. Çoğu oğlum yaşındaki meslektaşlarım inanılmaz bir enerjiyle bana destek verdiler.
 
Beni duygulandıran, gözlerimi yaşartan yazılar yazdılar. İnternet sitelerinde, gazete sayfalarında, radyo ve televizyonlarda yalnız olmadığımı anlatan, kendimi iyi hissetmeme yarayan güzel cümleler sıraladılar. Ölsem, ardımdan bunlar yazılabilirdi ancak.
 
Arada unutabileceklerim olur endişesiyle burada tek tek adlarını yazmadan sevgili eşim Nermin, kızlarım ve torunlarım adına hepsine teşekkür ediyorum. O mücevher yazılar ve sesler, ailemizin en büyük onur serveti olarak kalplerimizde duruyor.
 
Genç arkadaşıma gelince...
Bana yazdığı elektronik posta için teşekkür ederim. Neler yazdığını burada açıklamayacağım. Gerekli görürse kendi gazetesinde yazar. Tamam, konuyu kapattım. Bir tür sürek avına dönen bu olayın artık bitmesi gerekiyor.
 
Yarım asra yaklaşan gazetecilik maceramda “abi” dediğim hiç kimse bana kazık atmadı. Bana abi diyenlere de kazık atmak, ya da bu dünyaya kazık çakmak derdim yok.
Anlaştık mı?
 
Wildcard... FIBA ve FIFA
Dünya Basketbol Şampiyonası’ndaki wildcard uygulaması, FIBA ile FIFA arasındaki felsefe farkını ortaya koydu bir kez daha...
 
Hatırlatalım... FIBA, Türkiye’nin ev sahipliğini üstlendiği Dünya Şampiyonası’nda elemeleri geçen 20 takımın yanı sıra dört ülkeyi de “wildcard” uygulamasıyla turnuvaya davet etti. Litvanya, Almanya, Rusya ve Lübnan’ın farklı gerekçelerle Türkiye’de mücadele etmesi uygun bulundu.
Düşünün, 24 takımın 4’ü bir tür özel konuk durumunda.
 
FIBA bunu yaparken, organizasyonun başarısını, ilgi odağı olmasını, basketbolun tüm dünyada sevilip yayılmasını, basketbola emek veren, yatırım yapan ülkelerin desteklenmesini öngörüyor elbette.
Yaptıkları seçime, kendi mantığımla hiç itiraz etmiyorum. Hatta çok isabetli olduğunu da söyleyebilirim.
 
Futbola gelince...
Burnundan kıl aldırmayan FIFA hazretleri, 32 takımlı Dünya Kupası’nda tüm katılımların ev sahibi ülke dışında eleme usulüyle gerçekleşmesinde ısrarlı.
 
Elbette geleneklerini koruyorlar, kararlarına saygım var. Ama bir yandan çok zayıf, enternasyonal turnuvalarda hiçbir katkı sağlayamayacak ülkeleri Dünya Kupası’nda ağırlarken, öte yandan futbola yatırım yapmış, emek harcamış bir ya da iki dünya yıldızı yetiştirmiş futbol ülkelerini dışarıda bırakıyorlar.
 
Bazı elemelerde adaletsiz örnekler oluşuyor. Hiç değilse 2 takım için wildcard uygulamasına geçseler çok iyi olurdu. Örneğin İrlanda Cumhuriyeti, Güney Afrika vizesi alabilirdi belki. Hayır yapmadılar, yapmıyorlar, yapmayacaklar. Futbolun uzlaşmaz, bağnaz karakterini kuşaktan kuşağa inatla aktaracaklar.