O uzun yıllar Türk Futbolu'nda kilit bir görevde bulundu. Ulusal Takım'ın Avrupa Futbol Şampiyonası'nda çeyrek final oynadığı, Dünya Kupası'nda 3. olduğu dönemlerde, menajer Can Çobanoğlu, önemli bir aktör olarak sahnedeydi.
Sonra ülkeye hizmet etmek gerek düşüncesiyle, parayı bir kenara bırakıp, Denizli'de görev alması sürpriz olarak değerlendirimişti. Dile kolay...Düşmesine kesin gözüyle bakılan takımı ayakta tutmuştu. Yaşadıklarını kaleme alsa kitabı 'Best seller' olurdu şüphesiz. Evet, Ulusal Takım ve Denizli'deki 'Kara kutu'nun açılması gerekiyordu. İşte, Can Çobanoğlu'nun Cumhuriyet Gazetesi'nden Nevzat Dindar'a yaptığı çarpıcı açıklamalar...
Futbol Federasyonu'yla ilgili siyasi çevrelerden çıkışlar gözlemliyoruz. Futbol size göre niye bu kadar cazip?
- CAN ÇOBANOĞLU: Türkiye’nin çok önemli sosyal bir olayından söz ediyoruz. Tabii ki bununla ilgilenmek isteyenlerin sayısı çok fazla olacak. Olaya girmek isteyenlerin listesinin kabarıklığı da futbolun çok ilgi çeken bir spor olmasına neden oluyor. Ancak her ilgisini çeken elini sokmak isterse ve futbolun gidişatını etkilerse kazalar olur. Futbolda yol kazaları zircirleme oluyor. Zincirleme kazalarda da mutlaka can kaybı olur. Futbol ailesi kendi içinde yolunu bulabilmeli. Burada önemli olan futbol ailesinin kararlarıdır. Elbette ki ilgi duyulan her şeye yönetenler yakın olmak ister. Sonuçta 1 milyar dolarlık pastası olan bir işten bahsediyoruz. Türkiye’de de önemli bir sektör. Ayrıca popülaritesi olan bir işten konuşuyoruz. Bu bütçenin herhangi bir şekilde insanların dikkatini çekmemesi düşünülemez.
Olması gereken nedir?
- C.Ç.: Bizim gibi ülkelerde eğer toplam kaliteyi yükseltemezseniz bireysel arzular toplam kaliteyi bozacak bir yer yaratır. Lig kalitesi veya genel olarak spor kalitesinden bahsedelim. Bunu yükseltmezseniz içinde kaliteyi bozacak bazı ataklar olur. O bireysel atakları kesmek lazım. Çünkü sosyal bir konudan söz ediyoruz. Hepimizin ilgi duyduğu, hatta sokaktaki insanların yaşam şartlarını ve şekillerini endekslediği bir hayat tarzı futbol. Bizim bakmamız gereken futbola artı değer katacak her birim ve unsurun futbolun içinde olması gerektiğidir. Bu bir konsensüstür.
Bir ülkenin tanıtımına futbolun etkisi ne kadardır?
- C.Ç.: Uluslararası etkileşimlere bakarsak futbolun bunun içindeki yerinin çok farklı olduğu ortaya çıkar. Ülke propagandasından, uluslararası etkileşimden bahseden futbolun önemli katkıları vardır. 2002'deki Dünya Kupası’ndan sonra bunları yaşadık. Bu nedenle futbol pastasını geniş tutmakta fayda var.
'BEDELİNİ ÖDEMELİLER'
Ya İsviçre maçında yaşanan olaylar…Bu durum Türkiye’ye bakışı nasıl etkiledi?
- C.Ç.: İskambil kağıdından yapılan kuleler vardır. Tek tek taş koyularak kule yapılır. Tek bir taş çekerseniz kule yıkılır. İsviçre maçlarının yansıması da farksız değildi.Yany ana zincirlerin dizilmesiyle birlikte ortaya çıkan kuvvet, Türkiye’ye 2002’de önemli bir unvan getirdi. Ancak bir halkanın çekilmesiyle zincir koptu. Domino taşlarıyla yapılan kule de yıkıldı. İnşa ettiğinizle yaptığınız arasındaki süre o kadar ters orantılı ki... Birini gerçekleştirmek için 10 yıl uğraşıyorsunuz. Ancak 10 dakikada her şey yıkılabiliyor. İsviçre maçının Türkiye’den götürdükleri, yıllarca toparlamak için getirdiklerinin üzerinde olmuştur. Artık yaşanan ciddi sıkıntılar var. UEFA, Şampiyonlar Ligi'ndeki cezalara bakın. Çünkü sabıkanız var. 1995’lerden başlayan yükselme süreci, yaratılan imaj tek bir maçla silindi. Gönül ister ki bu tip sabıkaları alacak durumda bırakanlar bunun bedelini ödemeli. Öyle bir hale geldik ki ihraç beklerken alınan 3 maça seviniyoruz..
Federasyonun bu konuda ciddi çalışmasının olduğu söylendi. Gerçekten de iyi bir savunma yaptık mı?
- C.Ç.: Haluk Ulusoy ve ekibinin 6 maçlık cezanın 3’e indirilmesi konusunda ciddi çalışmaları oldu. Ne yazık ki ülkemizde yapılan kötü şeyler mutlaka söylenir. Bravo, şunu yaptın demezler. Takdir etmeyi sevmeyiz. Takdir ettiğimiz zaman birinin üstün olduğunu kabul etmiş gibi zannederiz kendimizi. Halbu ki takdir etmek hem motive eder hem de yapılan işin doğruluğunu herkesin nezdinde kanıtlanmasını sağlar. Bu ayıp değildir. Ne var ki bu konuda bonkör değiliz. Sadece spor da değil genel anlamda da maalesef iyi niyet göstermiyoruz.
Yurtdışındaki ilişkilerinizin iyi olduğunu biliyoruz. Dostlarınız neler söylüyor?
- C.Ç.: Daha önce Türkiye’nin futbolunu nasıl geliştirdiğini ve bu konuda nasıl yol aldığını soranlar şimdi Türkiye’de nasıl futbol terörünün yaşandığını, Futbol Federasyonu üzerinde siyasi baskı olup olmadığını bizimle tartışıyor. Yani futbolumuzla gündemde olan bir ülkeyken, şimdi futbol dışı faktörlerin etkin olduğu ve konuşulduğu bir ülke haline geldik. Bunu sakın dışarıdaki insanlara bağlamayın. Bizim şöyle bir huyumuz var: ‘Türkleri sevmiyorlar. Türkün Türkten başka dosttu yok’. Eğer karşınızdakini anlıyor, onlara neler yapmak istediğinizi anlatabiliyorsanız, çağdaş insan gibi diyalog kurabiliyorsanız anlaşılmamanız söz konusu olmaz. Hem diyalog kurmayalım hem de sert tavırlar sergileyelim, sonra da bizi anlamalarını ve kabullenmelerini bekleyelim!.. Temelde iletişim stratejimiz farklı. İsviçre maçında çıkan olayları bir başkası çıkardı da bizi mi fatura ettiler? FIFA’nın en çok üzerinde durduğu saha dışı olaylar. Misafir takım olarak görülen takımın otele, sahaya ve havaalanına gidişinde yaşananlara bakıyorlar. Yani ceza mantığını anlarsanız FIFA’yı suçlar durumda olmazsınız. Avrupalı bir takım, olaylarda gizli bir şey kabullenemez. Türk medyası bana göre çok doğru işler yaptı. Ne Türkiye’nin yaptıklarını saklayacak kadar cahilce hareket etti ne de Türkiye’nin yapacaklarını abartacak kadar popülist yaklaştı. Son derece dengeli ve dikkatli oldular. İş yapıyorsanız hata yapma oranınız yüksek olur.
'Turist sayısı arttı'
1990 - 2002 döneminde Türkiye’ye gelen Koreli turist sayısı 86 bin. Oysa 2002'nin Temmuz'undan 2003 Aralık'ına dek 96 bin turist geldi. Son 10 yılda gelen 1 yılda gelmiştir. Çünkü sanat ve sporun haricinde doğrudan toplumları etkileyen hiçbir şey yok. Bunun karşısında durabilecek düşünce ve toplum yok. Siz ne kadar TV kanallarına mavi tur, lokum derseniz deyin bunun etkisi futbol kadar olmaz. Spor ve sanatla yapılan propagandayı, ülkeyi iyi anlamda gündemde taşımak adına yaptığınız hiçbir reklam olgusuyla yapamazsınız. Türkiye’nin marka değeri önemli bir hale getirilmişti. 3. dünya ülkeleri için kurtuluş bayrağı ve simge haline gelen, başkaldırının sembolü olan bir markayı biz maalesef orasından burasından çekiştirerek yerle bir ediyoruz. Bundan zarar görecek olan emekçilerdir. Basına, idarecilere ve futbolculara yazık olur.
Kurumsallaşma noktasında eksiklikler neler?
- C.Ç.: Kurumsal anlamda yapılması gerekenler var. Kulüpleşme, kurumsallaşma ve profesyonelleşme anlamında çok geride duruyoruz. 2002'deki o başarılı dünya üçünlüğü apoletinin altını keşke idari ve kurumsal anlamda doldurabilseydik. Türk futbolunun altı sağlam olmalıydı. Bir anda 5. basamağa atlamak yerine basamakları birer birer çıkıp birinci basamağa giden ülke olsaydık.
Bu noktada kulüplerin dernek statüsünde olması doğru mu?
- C.Ç.: Bizim kurumlarda dernekler statüsüne bağlı bir yapıyla şirket statüsünde çalıştırılmak istenen profesyonel yapıyı bir arada tutmak istiyoruz. Dünyada böyle bir organizasyon yok. Kamu yararına çalışıyorsunuz. Yöneticiler bu işi fahri olarak yaparken profesyonelleşmeden konuşuyoruz. O zaman iş çakışıyor. Yönetmek adına yetkili ve etkili olanlarla onların işe aldığı profesyonellerin iş sahaları kesişiyor. Kulüp başkanları ve yöneticileri kulübün politikalarını ve stratejilerini çizen ve yol haritasını çıkaran ve denetleyen birimlerdir. Genel menajer ve sportif direktör ise kulübe bağlı birimi yönetmekle sorumlu kişilerdir. Böyle bakarsak bir kurumsallaşmayı tamamlarız. O zaman komplekse kapılmayız. 'Ben yöneticiyim, bu adam niye konuşuyor' demeyiz. Şunu biliyoruz ki kulüplerin patronları başkanlardır. Yöneticiler günlük işleriyle uğraşmaktan kulübüne vakit ayıramamaktadır. Spor akademilerinin spor yöneticiliği bölümünden mezun olan birçok kişi işsiz. Bu konuda vizyonu olan arkadaşların önünü açıyorum.
Büyük takımlara geçeceğiniz düşünülürken sürpriz bir kararla Denizli’ye gittiniz. Bu kararınızda ne etkili oldu?
- C.Ç.: Herkes benim G.Saray, Beşiktaş veya Trabzon’dan birine geçeceğimi düşüyordu. Ancak Denizlispor’la anlaştım. Herkesin futbola bir şekilde hizmet etmesi gerekir. Kendini düşündüğün kadar Türk futboluna nereden nasıl katkı yaparım demek lazım. Bu bir gönül ve cesaret işi... Zaman zaman cesurum ve gönül verdim diyenlerin ligin sonunu beklemeden nasıl kaçtığını ve gönlünün yetmediğini görüyoruz. Kentin arkasından çekilmiş, elindeki oyuncu kadrosu sınırlı bir takıma büyük bir risk alarak gittim. Özellikle çalışma arkadaşlarım Nurullah Sağlam, mentör Turgay Biçer, yardımcı antrenör Hındal Gündüz’den aşçımıza ve diyetisyene dek çok ciddi bir ekip kurduk. Telaşa kapılmadan stratejisi çizilmiş, ne yaptığını bilen insanların kararlılığıyla yürüdük. Sonuçta da ligde kaldık. Anadolu’da hizmet etmek çok başka. Büyük takımlar gibi değil. Pişmanlık duyulacak bir iş yapmadım. Tersine omzuma yıldız takılacak kadar doğru bir iş yaptığımı düşünüyorum.
Denizlispor’un 2. yarı performansı için çok şey yazıldı. Alın teri dökmeden aldığınız puan oldu mu?
- C.Ç.: Alın teri döktüğümüz halde elimizden çalınan puan varlar. Haksızca kazanılan yarım puan yok. Hik kimseden bir kolaylık görmedik.
Futbol arenasında böyle şeyler oluyor mu?
- C.Ç.: Oluyor. Bizim durumumuz belliydi. Zaten kazanıyorduk. Son maça dek zor durumdaydık. Ancak arkadaş camiası olarak sizin birlikte olduğunuz kişiler, sizin zor durumunuzda size yardımcı olmak ister. Bunun altında para ve şike aramak doğru değil. Bunun altında komplo teorileri aramak çok doğru değil. Bu aradaki sıcak bir bağdır. Bunun altında başka parasal nedenler aramak bana doğru gelmiyor. Satılmış lafı bizde çok basit kullanılıyor. Bazen yöneticiler bizim bilmediğimiz şeyleri bilebilir. Ben sahanın çamurunu, futbolcunun derdini bilirim. Bana göre önemli olan alın terini bilirim. Alacakları, almayacakları paraları bilirim. Ailenin işine bakıyorum. Çanta gelip gitmesini takip etseydik konsantrasyon kaybı olurdu.
Ne zaman ligde kaldık dediniz. Hangi ruh halindeydiniz?
- C.Ç.: Ligin son haftası 1 hafta süreyle futbolcuları Fenerbahçe maçına hazırladık. Adeta inanmışlar ordusu yarattık. Mesala Turgay Biçer çok yoğun olarak çalıştı. Kentin dinamiklerini hareke geçirdik. Takımın arkasında büyük bir güç vardı. Çok ciddi bir sosyal hareket vardı. Bu başarıyı 90 dakikanın son 16 dakikasıyla ölçmek yapılan çalışmalara ihanettir. Oraya gelene dek çok önemli ve ciddi profesyonellik adına yapılan çalışma var. Esas onun incelenmesi gerekiyor. Siz ligde kalmıştınız, niye maçı vermediniz? Bu kadar çirkin bir şey olabilir mi? Siz futbolcunuzu maçın sonuna dek direnmeye motive etmişsiniz. Tamam arkadaşlar artık oynamıyın mı diyeceksiniz? Burak’ın uzaklaştırmak istediği topu Appiah gol yapsaydı bu kez de maçı sattılar denilecekti. Biz gönlümüzle ligde kaldık. Maç başı paralarını alamayan oyuncular, öyle gün geldi evine ekmek götüremedi. Oyuncularımızın gönül değeri bana göre 100 milyon doların üzerindeydi.
Bakan Mehmet Ali Şahin’in Denizlispor - Fenerbahçe maçıyla ilgili akılları karıştıran açıklaması var. Nasıl karşılıyorsunuz?
- C.Ç.: O hafta o gün can pazarıydı. O maçta hiçbir şey yoktu. Denizli ligden düyseydi kent büyük zarar görecekti. Denizli’nin marka değeri düşecek, esnaf darmadağın olacaktı. Yerel gazeteler satmayacak, gazeteciler deplasmanlara gidemeyecekti. Denizli’deki sanayi Trabzon’da yok. Ancak Avrupa’da tanınan Trabzonspor. Futbolun tanıtıma büyük katkısı var.
Tribünler neden boş kalıyor?
- C.Ç.:Siz elinizdeki ürünü sürekli olarak kötülerseniz, terör ve vahşetten bahsederek insanları kaçırırsanız, aileler de çocuklarını oraya göndermez. Dünya üçüncüsü olduk ama üçüncü futbol ülkesi olamadık.
KURT - KUZU HİKAYESİ
Ersun Yanal’ın görevine son verilmesini neye bağlıyorsunuz?
- C.Ç.: Bu kurtla kuzunun hikayesi gibi... Derenin kenarındaki kuzuya kurt gelip ‘Sen dereyi bulandırmışsın’ diyor. ‘Ben bulundurmadım’ diyen kuzuya kurt, ‘Bulandırdın. Bu yüzden seni yemem gerekiyor’ şeklinde yanıt veriyor. Yemek için neden bu olmamalı. Su bulanık değil ve yiyor. Ersun Yanal’ın görevden alınması bir kurt - kuzu hikayesi...
Türk futbolunda bir ekol yaratılamamasını siz neye bağlıyorsunuz?
- C.Ç.: Nedeni günü kurtarmak. Hedefini belirleyememek. Yapılanmayı federasyonlarda ve kulüplerde doğru yapmak gerek. 1992’de Fransa’dan çıkan yıldızlara bakın. Hücum yönlerinin zayıf olduğunu düşünüyorlardı. Buna ağırlık verdiler. Trezeguet, Anelka ve Henry’nin doğuşu böyledir. Ancak bizde A takım 4’lü , PAF takımı 3'lü savunma yapıyor. Ersun hocayla olduğumuz dönemde takımın yaş ortalaması 24.4’tü. Milli takımlar adına genç bir ortalamaydı. Bir ekol ve bir dalga yaratılmıştı.
Yetenekli oyuncular var ama dünya starı yaratamıyoruz. Neden?
- C.Ç.: O sosyal ve kültürel altyapıyı çocuklarımıza hazırlarsak onlar dünya starı olur. Örneğin Arda iyi donatılırsa dünya starı olabilir. Ancak star olmak ayaklardan değil, ayakla beynin koordinasyonundan meydana gelir. Trafik, sağlık, eğitim tamam da futbol mu geride? Ülkenin her tarafında yapılan hamlelerin en önünde futbol geliyor.
Kulüpler kriterlere uyuyor mu?
- C.Ç.: Bakın AB kriterleri benim açımdan hakça, insanca, medeni ve çağdaş yaşamanın kriterleridir. Çağdaş bir toplum olmanın gerekleri bunlar. Biz onlardan temel dediğimiz kuralları alırız. Onların kültür iletimleriyle bizi etkilemelerine karşıyız. Bizim kendi kültürümüz ve ahlâki değerlerimiz var. Ama AB kriterleri bunları kapsamıyor. Hakça, eşitçe yaşamı kapsıyor. Sosyal eşitliği ve sosyal hakları kapsıyor. Zaten bizim toplumumuzun yapması gereken şeyler... Her çağdaş toplum gibi. Futbolda da isteniyor bunlar. Onlar istiyor diye değil. Zaten kulüplerin kurumsallaşması için yapmaları gerekenler. Kontratı bilmiyorsan anlaşmadan doğacak sorumlulukları yerine getirmelisin. Üzerine düşeni yapmazsan da en çok dosyası bu anlaşmalardan doğacak sorumlulukları bilmiyorsanız o zaman en çok dosyası olan ülke oluyorsunuz. FIFA’da dosyalarınızın kabarmasına neden verenler kendi işlerinde başarısız olduklarında karşı taraf ne yapar? Mahkeme kararıyla icraya gelir. Futbolcu kardeşlerimiz çok büyük sıkıntı çekiyor. Yönetici çıkıp ‘Sen ne oynadın ki para istiyorsun’ diyebiliyor. Oysa ki oraya imza atmışsın. Şunu oynarsan şunu alırsın diyemezsin. Mukaveleye yazarsın. Bu yüzden kovulan ve gönderilen birçok teknik adam var. Sonra futbolcu çıkıyor, ‘Parayı verirseniz giderim’ diyor. Sonra da dosyalan FIFA’ya tanışıyor.
Kulüplerin yapısını nasıl buluyorsunuz?
- C.Ç.: İster büyük ölçekli olsun ister küçük ölçekli, kulüpler kamu yararına dernek zihniyetinde yürütülemez. İşin ruhuna aykırı. Kamu yararına dernek var. Örneğin Türkiye Amatör Kulüpler Konfederasyonu. Ancak ben kulübüm. Parayla yaşayan, parası varsa başarıyı yakalayan bir şirketim. Parası yoksa batacak bir ekonomiyim. Ticarethane amatörce yönetilemez. Kanarya sevenler derneğiyle aynı mantıkta yönetilemez. Büyük borçları yaptıktan sonra borca harca sokanlar hiç ortalıkta görünmüyor.
Nasıl bir modelde çalışmak istersiniz?
- C.Ç.: Yöneticilerle ilgili bir şey demek istemiyorum. Toplumun onlara yüklediği görevlerden ötürü belki bu kadar ön plandalar. Patronun ve yönetimin belirlediği strateji ve politikaları sorumluluk alarak yöneten ve yönlendiren, bunun raporlanmasını sağlayan kişi olabilirim. Bu şekilde bir sportif direktörlüğe sıcak bakıyorum. 10 yıldır hep gergin ortamlarda bulundum. Çok ciddi mücadelelerin içinde oldum. Denizli’den ayrıldıktan sonra aslında çok da dinlenmeye fırsat bulamadım. İki kez Rusya’ya CSKA ile görüşmek için gittim. Sonra Chelsea’nin antrenmanlarını izledim. Mourinho’nun antrenman sistemi çok farklı değil. Ancak havası çok farklı Chelsea antrenmanlarının... Yine Almanya’da Bayern Münih’le çeşitli görüşmeler yaptım. Özellikle CSKA benimli ilgili ciddi öneriler sundu. Bu teklifler Almanya, İtalya ya da İspanya gibi bir ülkeden gelse gözümü kırpmadan kabul ederdim.
'CANER’İ ÖNERDİM'
CSKA’lılara Caner’i önermişsiniz. Listede başka Türk oyuncu var mı?
- C.Ç.: Caner’in başarılı olacağına inanıyorum. Genç ve Avrupa’da önümüzdeki yıllarda ciddi anlamda başarılar sağlayabilecek. Arda için de aynı şeyler geçerli. Sonuçta her ikisi de 19-20 yaş grubunda. Bu futbolcuların önlerinde Tugay örneği var. Tugay Türk futbolcusunun istikrarla oynayabileceğini gösterdi. Tugay’ın ulusal takımdan ayrılırken gösterdiği olgunluk çok önemli. Bir mektup yazdı ve gençlerin önünü açmak istediğini söyledi. Örnek olacak bir davranış... Premier Lig gibi zorluk derecesi yüksek bir ligde takımının kaptanı oldu. Kendisi huzur bulurken Türkiye’yi de iyi tanıttı.
Bir kitap yazmayı hiç düşündünüz mü?
- C.Ç.: Böyle bir düşüncem var. Bende sır olarak kalacaklar var ama yazmak mecburiyetinde olduğum şeyler de var. Türkiye için hizmet ederken bana yüklenen misyon, bu şekilde bir kitap yazmak... Türkiye’de daha önce yapılmamışların nasıl yapıldığını anlatan bir kitap bırakmak istiyorum. Ayrıca menajerlik ve takım organizasyonuyla ilgili konuları da kapsamalı yazacağım kitap. Türkiye’nin böyle bir şeye ihtiyacı var.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
- C.Ç.: Futbol kadar güzel bir oyunu hoşgörü ve sevgi ortamında görmeyi temenni ediyorum. Futbol bir oyundur. Namus meselesi değildir. Bu oyun yüzünden kahrolmak ve sinirlenmek yerine zevk almalıyız. Futbol hayatın tamamı değil, sadece renklerinden biridir. Futbol sadece futboldur seyreden açısından... Çalışanlar için ise futbol bir dünyadır.