Sıcak bir temmuz pazarının sabahında bu yazıyı kim bilir nerede okuyorsunuz?..
Bazılarınız şehrin gürültü ve koşturmacasına bir hafta sonu kadar ara verip yazlığında karşı bakkaldan aldığı gazetesini açıp okurken, bazılarınız bir Akdeniz koyunda cep telefonundan ulaşıyor gazetesine ve yazarına... Malum telefonunuz artık konuşmak için değil sadece, her türlü bilgiye giriş biletiniz... Otobüste, metrobüste, dolmuşta oturacak koltuk bulamama ihtimaliniz her zaman mevcut ama bilgiden kaçışınız yok artık.
Tek ihtiyacınız iyi bir telefon bir de internet bağlantısı, o kadar... Dünya parmaklarınızın altında artık. Öyle ki çok özel haber bile, son 30 yılın en büyük iletişim gücü televizyonun haber bültenlerine hazırlanırken eskiyor, gazeteler ne yapsın!
Teknolojinin, haberciliğin boyutlarını yeniden belirlediği dönemi yaşıyoruz. Artık herkes kendi başına birer haber kaynağı olmuş durumda (ya da zamanla kendini öyle sanmaya başlıyor).
Hemen herkesi etkisi altına alan, sosyalleşme sandığımız o sanal takip dünyasında, doğru hesapları takipteyseniz eğer, en acar futbol muhabirlerine bile haber atlatıp küçük çaplı şöhretlere sahip olabiliyorsunuz.
Yabancı dil bile gerekmiyor, kopyala-yapıştır, çevirsin istediğin dile internet kölesi...
Cep telefonu olmadan önce insanlar nasıl buluşuyormuş, bilgisayar olmadan nasıl yaşanıyormuş diye yapılan latife ve tevatürleri çok görüyoruz bugünlerde. Her defasında geçmişe yapılan ahlar vahlar dolu gülümseten anı kırıntıları beliriyor sohbet ortamlarında. Madem haberciliğin kişiselleşmesiyle başladık öyle sürdürelim, malum günümüzde twitter'da bir adresi olan herkes maşallah haber ajansı gibi çalışıyor.
Hiç merak ettiniz mi, teknoloji bizleri ele geçirmeden önce habercilik nasıl yapılıyormuş diye...
Mesela 1930'larda habere ulaşmanın iki yolu var, ya sabah kalkıp gidip gazetenizi alıp okumak yani bir anlamda maharetli spor muhabirlerinin o günün gazetesine yazacakları haberleri beklemek. Gerçi bu durumda her gün spor haberi okuyamayacaktınız.
Gazetenin spor haberlerine 1 tam sayfa ayırdığı haftanın o çok özel bir gününü bekleyecektiniz, heves ve heyecanla... Haa ama her gün spor sayfası görmek istiyorsanız gazetenizde, 1930'ların sonunu beklemek zorunda olacaktınız.
Ya da akşamları, postanede telgraf gönderimi kapandıktan sonra yayına başlayan ve yalnızca birkaç saatliğine ulaşabildiğiniz İstanbul Radyosu'nun ajans bülteni olacaktı. 1933'ten sonra İstanbul radyosundan bazı çok önemli futbol, boks ve güreş maçları, Eşref Şefik ve Sait Çelebi'nin sesinden naklen anlatılmaya başlanacaktı ama gazetenizin "radyoda günün akışı" bölümünde bilgisi verilmediğinden radyonun başına oturup yayın olup olmayacağını bekleyip görecektiniz (duyacaktınız).
Genel çerçeve böyleyken, ne görmeyi beklersiniz o spor sayfalarında? İstanbul büyüklerinin maç haberleri, Milli Küme'de haftanın maçları, güreş, boks ve atletizm elbette...
Ya da Avrupa'nın büyük liglerindeki haftanın toplu sonuçları ve en öne çıkan maçın teknik analizi sizi şaşırtır mı?
"İngiltere Kupası maçlarının üçüncü devresinde bazı sürprizler olmuştur. Bu meyanda İngiltere Ligi'nin başında gelen Charlton, ikinci kümeden Coventry tarafından tasviye edilmiştir. Bu maçta Charlton'ın 2-0 yenilmesi mazeret kabul etmez bir hadisedir. Gene birinci kümenin kuvvetli takımlarından olup mevsim başında bir müddet ligin başında yer almış Portsmount da Tottenham tarafından mağlup edilmiştir." (1935 Akşam)
Hadi diyeceksiniz ki orası İngiltere... Malta'ya ne buyrulur? "Malta Adası'nda adanın altı futbol takımı ile Peşte'nin Hungaria ve Viyana'nın Rapid takımları arasında tertip edilmiş turnuvayı Macar takımı kazanmıştır. Hungaria bu turnuvada yedi galibiyet ve üçe karşı 32 gol kaydetmiştir." (1932 Akşam)
İstanbul büyüklerinden oluşturulan karmalarının, dönem Avrupa'sının liglerinden gelen takımlarla yaptıkları maçlar öncesi karşı takım oyuncularını değerlendiren bir ön analiz yazısını da garipsemeyiniz: "Atina muhtelitini (karmasını), Panatinaikos, Apollon ve Gudi takımları teşkil ediyorlar. Muhtelitin muhacim hattını, bugün Atina'nın ve bütün Yunanistan'ın en kuvvetli muhacimleri sayılan Panatinaikos takımının hücum hattı teşkil eder. Atina muhtelitinin oyuncularından dokuzu, bu ay içinde Balkan futbol kupası maçlarına iştirak etmişlerdir. Bu itibarla İstanbul muhtelitiyle karşılaşacak Atina muhtelitine Yunan milli takımı diye saymak hiç de hatalı olmaz. Yunanlıların atletik meziyetleri malumdur. Binaenaleyh İstanbul futbol heyeti muhtelitimizi teşkil ederken bu noktayı göz önünde bulundurmak ve ona göre oyuncuları seçmek lazımdır."
Bu yazı 1935 yılında kaleme alınmış, yani henüz yeni yeni en önemli maçların radyodan anlatılmaya başlandığı yıllar... Binbir iletişim zorluğuna karşın kısmen uluslararası ajanslar takip ediliyor, fotoğraflar da genelde oralardan temin ediliyordu. Yine de en büyük haber kaynakları Avrupa'nın önde gelen gazeteleriydi. Her köşe başındaki gazete bayiinde bulunması imkânsız olan ve türlü zorluklarla İtalya'dan, İngiltere'den, Fransa'dan ve hatta Amerika'dan gelen gazetelerin spor haberlerini didik didik inceleyip tercüme ediyor ve 1930'ların Türkiye'sinin sporseverlerine haber ulaştırıyorlardı. Bunu nereden mi biliyoruz, basit, "Fransa'daki bir gazetenin haberine göre", "La Gazzette'de yer alan bir habere göre" diye başlayan haber metinlerinden... Yani bir İngiliz haber kuruluşunun haberini kendi şahsi hesabınızdan, kaynak göstermeden kendi haberinizmiş gibi vermenizden bir farklı, kabul edin!
Tabii, şunu da unutmayalım, 1935'te spor muhabirleri şanslıydılar, İstanbul'dan Paris, Londra, Budapeşte, Berlin gibi Avrupa radyolarına ve verdikleri spor haberlerine ulaşabiliyorlardı. Bir maçın sonucunu öğrenebilmek için Paris radyosunun anonsunu bekleyen gazete, haberi baskıya yetiştirdiği zaman hemen öne çıkıyordu.
Yani kocaman bir spor sayfası, günlerce emek verilip çalışılarak çıkartılıyordu. Cebinizdeki dünyadan saniyesi saniyesine ulaştığınız bilgi kaynaklarınızı, "worldwide tt" yoluyla ezeli rakibinize gol atmak için kullanacaksanız, siz bilirsiniz. Ama Eşref Şefik, Sadun Galip, Burhan Felek gibi büyük ustaların kulağına gitmesin, kızarlar...