Milli Takım beğenilmedi

Milli Takım beğenilmedi

Şansan Büyüka, Akşam Gazetesi'ndeki yazısında oynanan futbolu eleştirdi:

Malta'ya yeter de... 
 
Ulusal takımın bu kadar yan pas - geri pas yapışına, hücuma bu kadar yavaş çıkışına, hırstan bu kadar uzak kalışına ilk kez tanık oldum.

Acaba tarafsız sahada seyircisiz oynamak bizi bu kadar derinden etkiledi mi? Öyleyse, tarafsız sahada seyircisiz oynamak yerine rakip sahada seyircili oynamak belki de daha iyi olmaz mı?

Bakarsınız rakip seyirci takımını alkışlarken, hiç olmazsa bizim hırsımız, hızımız, direncimiz de artar. Ben Malta maçını gördükten sonra, seyircisiz oynayacağımız Moldova ile özellikle Norveç maçından korkmaya başladım.

Sonuç ne olursa olsun, bizim takımda yeterli hırsı göremiyorum. Maçın devre arasında gözüm Fransa- İtalya maçının seremonisine takıldı. İtalyan ulusal marşı söylenirken, dünya şampiyonu olan takımın oyuncuları yerinde duramıyordu.

Diyeceğim o ki, hırsın, hızın ve inadın yeterli düzeyde değilse rakip kim olursa olsun zorlanıyorsun. Hırs dedim, aklıma Hasan Şaş geldi, ama kadroda yoktu. Hız dedim, Tuncay Şanlı'ya takıldım, o da sahada yoktu.

Takımda ve sahada olmayanlardan, oynayanlara döndüm. Almanya gibi üst düzey bir ligde 'as' futbolcu sınıfına giren Yıldıray'ın kaçırdıklarına şaşırdım. Trabzonspor'daki Fatih Tekke'yi çok aradım. Tümer'in eski ve etkili maçlarını anımsadım. Özellikle öyle bir ilk yarı yaşadık ki, belki de beş oyuncu değişikliğine izin olsa, Fatih Terim beşini birden yapardı.

İçimi ısıtan orta alandaki hareketli oyunu ile Hamit Altıntop oldu. Hakan'ın arkadaşlarına hazırladığı pozisyonları sevdim. Ama biraz da kendine çalışsa, ulusal formayla artık golle tanışsa diye düşündüm. Niye bu kadar kişisel oynadık, neden bu kadar top kaybettik, ulusal takım adına üzüldüm.

İki farklı galibiyet için eyyam yapacak halimiz yok. Bırakın finallere gitmeyi, bundan sonraki maçları kazanmak için bu futbol bize yetmez. Sanırım Fatih Hoca da futbolcular da bunun farkındadır.

Gruba baksanıza. Bırakın Norveç'i, Yunanistan'ı. Bizim zor yendiğimiz Malta'ya, Bosna Hersek rakip sahada beş gol attı. O Bosna'ya da dün gece Macaristan fark attı. Cadı kazanı gibi bir grup. Umarım bu işin şakası olmadığını herkes anlamıştır.
 


Erman Toroğlu Hürriyet Gazetesi'ndeki köşesinden ay yıldızlıları eleştirdi: 

Yavan ekmek gibi

Malta takımının gücü belli. Tamamen tek yönlü, yani defansif oynuyorlar. 90 dakika boyunca hücuma en fazla 4-5 defa geldiler. Bu pozisyonlarda bile tehlike yaratabildiler.

Bu kadar hazırlık maçı yaptık, kendimizi cezalı maçlara göre hazırladık ama hazırlık maçlarında oynattıklarımızla bu maçtaki kadro değişik oldu. O zaman niye hazırlık maçı yaptık?

Kulübünde çok iyi oynayan oyuncuların Milli Takıma alındıklarında iyi oynayacaklar diye bir şartları yok. Kulüp takımları önemli bir gösterge. Mesela Ergün kendi takımında yok. Ama Milli Takım’da var. Türkiye liglerinde ön libero yok. Bulamadık ki, Marco’yu Mehmet yaptık. Kaleciyi bulamayabilirsin. Orta alanda oyun kurucuyu da bulamayabilirsin. Santrforu da... Bunlar özellikleri olan yerlerdir. Ama diğer bütün yerlerde ön libero da dahil eğer alt yapıdan oyuncu çıkaramıyorsan, o zaman yıllardır haybiye kürek sallamışsın demektir.

Maçın başında Yıldıray yer değiştirerek oynadı, top almak için alan boşalttı. Ama ikinci yarı kementi o yedi. Hakan’la Tümer hiç gezmediler. "Top bana gelsin, oynayalım" dediler, sahada kaldılar. Ne kadar serbest vuruş varsa, hepsinin başına Tümer gitti. Hamit Altıntop ondan daha iyi vurmasına rağmen emir-demir misali o toplara vuramadı. İki tanesine vurdu, ikisi de tehlike yarıttı.

Mehter takımı gibiyiz
Hakemle konuşmak herhalde Türk ırkının hastalığı olsa gerek. Almanya’da oynamasına rağmen Hamit de aynı dertten sarı kartı gördü. "Rakip zayıf" diyoruz, "defans yapıyor" diyoruz o zaman ne yapacağız? Kenardan yan çizgilere, hatta sahanın dibine kadar ineceğiz, oradan ortalar yapacağız. O zaman gol yapacağız. Hangisini yaptık. Hiçbirisini. Özellikle çabuk oynamıyoruz. Mehter takımı gibi iki ileri bir geri oynuyoruz. O zaman da rakip defans bütün tedbirlerini alıyor. Bunu Malta takımına karşı yaptık. Yarın bunlardan çok daha güçlü takımlarla oynayacağız. Bu görüntü iyi değil. Ama inşallah "kötü takıma iyi oynayamazsın" prensibi diyelim, Macaristan maçını bekleyelim. Böyle oynamaya devam edersek, işimiz zor.

Disiplinleri 10 numara
1,5 ay önce bu statta Dünya Kupası maçları izledim. Dolu tribünler, müthiş atmosfer... Dünkü maç bana yavan ekmek gibi bile gelmedi. Böyle bir maçta Almanlar lütfetmişler sahanın etrafına 13 tane güvenlik koymuşlar. Ama güvenlikçiler o kadar ciddi ki, tribünler boş olmasına rağmen bir dakika olsun sahaya bakmadılar. Yani disiplinleri 10 numaraydı. Bizim Milli Takım’ın disiplini de 5 numara.

Not: Bu 11’de Halil Altıntop oynar. Ama o Halil 18 kişilik kadroda bile yok. Acaba neden?


Mehmet Demirkol, Milliyet Gazetesi'ndeki köşesinde teknik yetersizliği kaleme aldı:

Teknik yetersizlik

Bizim 'teknik' olarak nitelendirdiğimiz oyuncularımızın teknik kapasitesinin aslında ne kadar olduğunu böyle bir maçtan daha iyi ne anlatabilir ki?
Baskı, rakibe alan bırakmama sahanın her yerinde kalabalık olma vs. Terim'in milli takımından beklenebilecek her şey, ondan öncelikli olarak istenecek her şey var.
Ama olmayan bu kadar topa sahip olup ona hükmedememek. Eksiklik burada. Zaten topa hükmedemediğimiz için Marco'yu milli takıma çağırmadık mı?

Oyunumuz geriledi
Bizde eksik olan dün de açıkça görülen buydu. Topu istediğimiz gibi yönlendirememek. Tümer, Yıldıray, Mehmet Topuz, Ergün vs. bir dolu "grand teknik"i sahaya sürmemizin sebebi Malta'nın sert savunmasını aşmak için çok yönlü çözümler üretmek. Ama uygun süratle bunu yapamamak oyunu tıkadı. Bunu oyun içinde tamir edebildik mi peki?
Aslına bakarsanız hayır. Skoru ikinci yarıda yakalamış olsak da ilk yarıda topa ve rakibe daha iyi hükmettiğimiz bile söyleyebiliriz. Nihat ve Arda kağıt üzerinde, var olan eksikliğimizi giderecek gibi görünse de skoru bulmamıza rağmen oyunumuz geriledi.

Süre uzun
Bunu Terim'in kısa vadede çözmesi çok mümkün değil. Eldeki malzeme bunun için yeterli ve ideal değil çünkü. Belki o da sağlıklı olabilirse Emre'nin katılımıyla ya da Nuri'nin kulübünde oynamaya başlamasıyla bu soruna pansuman yapabiliriz. Ama beklediğimiz büyük takım için daha sürenin uzun olduğu açık.


Levent Tüzemen, Sabah Gazetesi'ndeki köşesinden milli takımın hantal futboluna değindi:

İlk ilik kaçmadı

Almanlar'ın ünlü yazarı Gothe şöyle demiş: "İlk iliği kaçıran düğmeleri sonuna kadar ilikleyemez." Euro 2008 yolunda Milli takım için ilk ilik Malta'ydı ve bu iliği kaçırmamamız gerekiyordu. Seyircisiz oynamak bizim için dezavantajdı. Çünkü seyirci önünde rakibe baskı kurmak kolay oluyordu. Malta evinde Bosna'dan 5 gol yemiş ama 2 gol de atmıştı. Yani şövalyeler pozisyon üretip gol atabilen bir takımdı. Terim rakibin bu özelliğini gözetip biraz tedbirli davranarak savunmaya yardım edebilecek bir 11 sahaya sürdü. Oyun felsefemize göre kanat oyuncuları pozisyon bulmak için içeriye hamle yaptıklarında, oluşan boşlukları bekler doldurup bindirme yapacaktı. Hakan Şükür, Malta savunmasının önünde duvar olacak, yüksek topları kafayla indirecek, Fatih ile Yıldıray da o toplarla buluşup pozisyon üretecekti.
Malta'nın üç hedefi vardı: 1-Kapalı savunma yapmak, 2-Sert oynayıp rakibi sindirmek, 3-Zamanı çalmak. Özellikle Malta kalecisi Haber ofsayt ve aut atışlarını çok geç kullanıyordu. Kapalı savunmayı aşmanın yolu golü erken bulmaktı. Bu fırsat ilk 20 dakikada Yıldıray ile iki kez elimize geçti ama kullanamadık.
Ergün-Tümer ile Hamit-Mehmet Topuz ikilisi iyi anlaşıyor kanatlardan akıllı toplar getiriyor ama gol bölgelerinde Hakan yanlız kalıyordu. Çünkü Yıldıray ve Fatih kendilerine boş alan yaratmadıkları gibi Malta savunmasının dengesini bozacak çarpraz koşuları da yapmıyorlardı. Hantal bir görüntümüz vardı ayağa isabetli pas oynayamıyor rakip kaleye hızlı ve dikine hücum edemiyorduk.

DOĞRU DEĞİŞİKLİKLER
Terim ikinci yarı B planına geçip Yıldıray ile Fatih yerine hücuma dikine gidebilen, rakibi kolay geçebilen, sık alan değiştirebilen Nihat ile Arda'yı aldı. Bu doğru hamle Milli Takım'a çabukluk, hücumda zenginlik ve derinlik getirirken golü bulmamızı da sağladı. Malta'da Said'in Hakan ve Arda'nın vuruşlarını çizgiden çıkarması adeta golün habercisiydi. 56'da Hakan'ın yumuşattığı topu Hamit geriye akıllı çıkardı, Nihat da ağlara bıraktı. 1-0.
Gol stresimizi alırken oyunun kontrolünün tamamen milli takımın eline geçmesini sağladı. Hakan'da kendine geldi. Arda ve Nihat kanatlardan mükemmel toplar taşıyor maestro Tümer'de araya mükemmel toplar bırakıyordu. Bu maçlarda ikinci golü atmak anahtardır. 77'de anahtar Tümer oldu. Hakan'ın arka direkte kafa ile indirdiği topu ağlara göndermekte zorlanmadı. Turnuvaya iyi başladık, ilk iliği kaçırmadık. Dileriz bu yol hep galibiyetlerle sürer.

 

Tayfun Bayındır, Vatan Gazetesi'ndeki köşesinde "Ruh eksik kaldı" başlığıyla yazdı:

Ruh eksik kaldı

Mel Brooks’un ünlü ‘sessiz filmi’nin futbola uyarlanmış biçmini izledik adeta... 90 dakikalık bu uzun metrajlı sessiz futbolda ne tat vardı ne de tuz. Asıl önemlisi ‘ruh’ yoktu... Futbolun tadı gol, ruhu ise seyirci. Golsüzlüğe çare var, seyircisizliğe ise yok. Doğrusunu isterseniz bizlerin bile konsantre olmakta zorlandığı bu garip maçta Milliler’den üst düzey bir konsantrasyon beklemek zaten hayalcilik olurdu.

Geçen Cumartesi Bosna Hersek’e karşı hücum oynayan ve rakibine çok fazla geniş alan bırakan Malta, bize karşı ‘Majino hattını’ kurunca Terim’in tüm planları alt-üst oldu. Böyle olunca ilk yarıda çok önemli 3 gol pozisyonu bulmamıza karşın, vasata bile yaklaşamadık. Bu bölümde tecrübeliler ayaklarına pranga yemiş yeniler ise heyecandan dizlerinin bağı çözülmüş gibiydi. O kadar çok top kaybı, o kadar çok pas hatası yaptık ki kalemize bir kere bile gelmeyen Maltalılar bile duruma şaşırdılar. Bu bölümde ayakta kalan tek isim Milli Takım’ın en yeni Mehmet’iydi.

2. yarı Arda ve Nihat değişikliği Milli Takım’a gözle görülür bir hareketlenme getirdi. Arda’nın birebirde adam eksiltmesi, Nihat’ın aralara attığı paslar Milli Takımımız’ı kazanmak isteyen taraf kimliğine büründürdü. Bu ikilinin yanına maçın görünmez kahramanı olarak nitelendirebileceğimiz Hakan’ın da katılmasıyla geciken goller arka arkaya geldi.

PARLAK BİR IŞIK YOK
Normal şartlarda bizim bu Malta’yı elimizi kolumuzu sallayarak 5’lik yapmamız gerekir. Ama biz dün gördük ki Milli Takımımız henüz ’normal şartlar’çizgisine girememiş. Açıkçası ilerisi için parlak bir ışık göremedik. Kendi takımında hemen hemen hiç forma giymemiş Ergün’ün savunmanın göbeğinde bir türlü denge kuramayan Can-Gökhan ikilisinin görüntüleri çok ama çok flu. Yunanistan, Norveç gibi güçlü rakipler karşımıza çıkınca bir hayli zorlanacağımız kesin.

Fatih Terim’in bu kadar çok golcü barındıran ve inanılmaz şekilde gol kaçıran Milli Takım için yeni çözümler üretmesi gerekiyor. Bundan sonra çok daha iyi top yapan, çok daha kontrollü Moldova’yla oynayacağız. Elbette seyircisizlik ciddi bir sorun. Ama sadece biz değil, rakiplerimiz de seyircisiz oynuyor. Kazandık ama kafamızda gelecekle ilgili çok fazla soruyla başbaşa kaldık. Terim ve kurmayları bu sorunun doğru yanıtını umarım çabuk bulurlar.

 

Gökmen Özdenak, boş tribünlerdeki karton seyircileri Fanatik Gazetesi'ndeki köşesinde eleştirdi:

Komik karton seyirci! 
 

Kimsenin Türkiye’yi böylesine aciz duruma düşürmeye hakkı yok. Oynadığımız takım Malta! Dünya futbolunda hiçbir başarısı olmayan, küçük bir ada takımı. Dirençli, dayanıklı, iyi mücadele eden bir ekip, o kadar. Doğal olarak da yalnız rakibi oynatmamaya yönelik bir sistemleri var.

Peki biz ne yaptık? Kalite olarak baktığınız zaman, arada büyük fark olmalı... Ama nerede!
Evet, bireysel açıdan oyuncuların teknik kapasitesi yeterli. Fakat asıl sorun bu oyuncuları sistem içerisinde bir bütün olarak kullanamıyoruz. Zamansız koşular... Zamansız paslar... En önemlisi de oyuna başladığımız gibi temposuz ve yavaş futbol. Rakibi sersemletip, bunaltacak baskı kuramıyoruz. Tabii bunda en büyük etken, hızlı düşünemeyip, tempoyu yükseltemeyişimiz. Bu apaçık ortada.

Zaten Türk futbolunun genel zaafı bu. Teknik direktör kim olursa olsun, çabuk düşünüp, topu maksimum hızlandırarak, topsuz alandaki oyuncuları hareketlendiremediğimiz için pas trafiği de çok sıkışık bir bölgede kalıyor.
Skor iyi olunca tabii ki sorun yok gibi görünüyor. Ama tabelada ne yazdığı değil, 90 dakikanın bütününde takımın yaptığı yanlışlar tespit edilmeli. Neticede galipsek, kimse bu konuya dikkat etmiyor. Çarpılıp, kötü netice alıncaya kadar skorun yeterli olduğunu düşünüp, sonrasında da ahları-vahları oynuyoruz.

Bu tempoda, bu gruptan çıkmamız mümkün değil. Hele Malta karşısında bu kadar zorlanmamız, gelecek adına çok önemli bir tehdit. Benden hatırlatması...

Malta gibi bir takım ile oynanacak maç için 10 gün Avrupa’da yapılan masrafa yazık... Demek ki, teknik heyet, futbolcularına fazla güvenmiyordu ki, böyle uzun süreli bir kampı tercih edildi. 


Hadi Türkmen'in Fotomaç Gazetesi'ndeki yazısı ise şöyle:

Beraat'ta sıkıntı

Kimse mazeret bulmaya çalışmasın. Tek kale oynasak da, maç boyunca çok pozisyon bulsak da bizim şu anda maalesef iyi bir takımımız yok. Bu ders almamız gereken ve altı çizilecek bir gerçeğimiz. Malta gibi futboldaki standardı leblebi çekirdek bir rakibe karşı hiç kimsenin seyircisiz oynadık bahanesine sığınmaya hakkı yok. Dünya 3.'lüğü apoleti artık bu kadroya belli ki bol geliyor. Moraller bozulmasın diye medyamızca pompalasalar da işler yoluna bir türlü girmiyor. Her gün üzülerek görüyoruz ki futbolumuzun kalitesi dü.üyor. Türkiye liglerindeki İkinci Lig standardında bir takım olan Malta, bizim forvetimizi ofsayta düşürüyor ve sonra da kontratakla kalemize yükleniyor. Eğer biraz güçleri olsa neredeyse golü bile bulacaklar.

Kurtulma günü
Yıldıray ve Fatih'e sitemimiz çok. Oynadıkları kulüpleri sırtlayan bu adamlar milli maçlarda adeta yoklar. Terim bile onlara ancak bir devre sabredebildi. Bugün beraat kandili. Yani sıkıntılardan, dertlerden kurtulma günü. Ama çocuklarımız hiç yoktan bizleri ilk 45'te sıkıntıya ve derde soktular. Nihat ve Arda'nın oyuna girmesiyle takımımızda bir kıpırdanma görüldü. Futbol hayatının zirvesinde bile egoistlik yapıp da golcülük kompleksine kapılmayan Hakan Şükür, akıllı bir pasla topu Nihat'a aktarınca 56. dakikada golü bulduk da biraz yüzümüz güldü. Nihat, Mehmet Aurelio ve Halil'in bu devrede yakaladığı pozisyonları filelerle buluşturamamaları Malta'nın .ansıydı. 3M'nin ilk müsabakasının 3 puanla bitirsek de stratejimiz gereği diğer iki maçtan 6 puan alacağımıza pek umutlu bakamıyoruz. M. Topuz, Aurelio, Arda ve Hakan'ın katkılarını alkışlasak da diğerleri için aynı şeyleri söyleyemiyoruz.


Ahmet Çakır, Zaman Gazetesi'nde kaleme aldığı yazıda milli takımın futbolunu endişe verici olarak değerlenderdi:

Gurbette sessiz ve endişe verici bir gece

2008 elemeleri için Frankfurt’ta sahne alan takımımız sadece seyircisizlik yönünden değil, futbol açısından da sessiz film oynadı.


Doğrusunu isterseniz hazırlık döneminde gördüğümüz gerçek de buydu. Milli Takım’ın son dönemdeki futbol kekemeliği, bu maça da damgasını vurdu. Üstelik Yıldıray Baştürk gibi bu sezon Bundesliga’ya çok iyi bir başlangıç yapmış oyuncumuzun ilk 20 dakika içinde kaçırdığı iki gol büsbütün tıkanmamıza yol açtı. Yıldıray bu pozisyonları sonradan seyrettiğinde ne yapmak istediğine kendisi de hayret edecektir.

Milli Takım; Tümer ve Mehmet Aurelio ile oynamaya çalıştı. Başlangıçta Hamit de onlara katılacak gibiydi. Ancak sonrasında üstüste gelen hatalarla oyundan koptu.

400 bin kişilik bir ada ülkesi olan Malta, elbetteki bu grubun sonuncusu olacağı baştan belli bir takım. Futbolundaki ilerleme de bizim 3. Lig’imizden 2. Lig B Kategorisi’ne belki geçebilecek düzeyde. Futbol tarihimizin en kötü günlerinde bile onlara karşı herhangi bir sıkıntı çekmedik. Fakat bu maçta düpedüz azap yaşadık. Çünkü Milli Takım’ın endişe verici bir düşüş dönemi içinde olmasının yanında bazı oyuncuların isteksizliği ya da tutukluluğu şaşırtıcı düzeydeydi. Biz, Fatih Terim’in takımlarını çok daha başka türlü görmeye alıştık. Onun için bugünkü durumu fena halde yadırgıyoruz.

Milli Takım böyle bir rakip karşısında kazanmak için uygulanması gereken ilkelerin hiçbirine kulak asmaz gibiydi. İki kanattan doğru düzgün bir tek top bile gelmedi. Tek adamla hücum etmeye çalışan rakibimizi 4 çakılı adamla beklememiz hüzün verici bir durumdu. İsviçre maçında yaptığı gollük ortalar nedeniyle uzun bir aradan sonra milli takıma alınan Ergün Penbe, bomboş durumda üç kez öyle berbat paslar verdi ki bunlara akıl erdirebilmek mümkün değildi.

Yazarımız Feldkamp’ın işaret ettiği; Fatih Tekke ile Hakan Şükür’ün birlikte oynamalarının yararsızlığı, bu maçta da çok çarpıcı bir şekilde görüldü. İki oyuncu arasında en küçük bir bağlantı bile yok. Sanki dargınmışçasına birbirlerinden kaçarak oynuyorlar. Terim de bu duruma ancak 45 dakika dayanabildi. Nihat ve Arda’yla gelen tempo yükselişi, golleri bulup soluk almamızı sağladı. Ancak gruptaki zorlu maçlar için endişelerimiz pek dağılmadı.

Milli Takım’da birşeylerin değişmesi gerekiyor. Malta maçı hiçbirşeyin ölçüsü değil. Ancak bu durumda bile azaplar içinde kıvranıyorsak, yolunda gitmeyen birşeylerin sandığımızdan daha çok olduğu meydana çıkar. O kadar ki, seyircisiz maça, yetkili ve sorumlu kişiler olarak giren federasyon görevlileri, takıma moral takviyesi verebilmek adına, “Burası Türkiye burdan çıkış yok” şeklinde tezahurat yapmaktan kendilerini alamadılar. Biraz daha sıkışsaydık, “Vur kır parçamla bu maçı kazan” diye sahaya bile inebilirlerdi. Nasıl olsa her türlü ceza bize vız geliyor.

İspanyol hakem kötü bir maç yönetti. Yanlış ve gereksiz düdüklerle zaten çekilmez maçı büsbütün azap haline getirdi.


Ünal Özüak, milli takımın maçını Takvim Gazetesi'ndeki köşesinde değerlendirdi:

Sessizliğin gümbürtüsü

Frankfurt'ta seyircisiz de olsa sponsorların büyük katkılarıyla "Seni yalnız bırakırmıyız sandın, "70 milyon sığmazdık zaten" sloganlarıyla Türkiye buradaydı zaten. Sessiz futbol bizim takımımızın maçın başında konsantre olamayışını sağladı. Ancak bu tutukluk bir avuç Türk kolonisinin tezahüratlarıyla birlikte olumluya dönüştü.

Fatih Terim'in 3 M'sinden birincisi Malta'yı aşmak için turnuva başı gerginliğini atmamız gerekiyordu. Bunu da ancak ikinci yarıda delici oyuncularımızı sahaya sürmekle sağlayabildik.

Malta gibi fiziksel teknikten yoksun ama kısa boylu ve de kavgacı bir savunma oynamaya çıkmış, futbol oynatmamak için her şeyi yapan bir takım karşısında özellikle ilk yarıda hücum organizasyonları yapmakta pozisyon, bulmakta çok zorladık. Ne kanattan, ne de ortadan Malta savunmasını geçecek yoları bir türlü bulamadık. Burada tabii ki bire bir pozisyonlar üretebilecek Arda, Nihat ve Tuncay'ın başlayan 11'de olmamasının rolü büyüktü.

Malta kendi kalesinde iyi oynarken, girdiğimiz iki pozisyonda da futbolun tanrıları yanımızda olmadığı için neticeye gidemedik. Ancak ikinci yarıda Arda ve Nihat'ın girmesi takımın çehresini ve ritmini büyük ölçüde değiştirmese dahi, gol pozisyonlarına girmeye başladık.

Ve de ilk golden sonra Malta biraz canlanır gibi oldu. Ardından sağ ve solda Arda ile başlayan akınlarda ikinci golü bulduk. Bütün bu gollerde kaptan Hakan Şükür'ün asistleriyle beraber pozitif futbolunun da etkisi büyüktü.
Sonuçta Milli Takımımız, kağıt üzerinde kolay, aslında zor bir maçı kazanarak elemelere iyi bir başlangıç yapmış oldu. İnşallah gerisi de gelir.