Bu sezon bir ilk yaşandı dünya futbolunda. Yalnızca kadınlar ve çocuklardan oluşan tribünlerin önünde Süper Lig maçları oynandı.
Uygulamanın ilk başladığı günden son güne kadar tartışmalar hiç bitmedi. Ancak asıl sorun maçları ekran karşısından izleyenlerin vuvuzelaya benzettikleri tiz çığlık sesleriydi. Çoğunluk televizyonunun sesi kısmakta zorunda kaldı.
Peki yalnızca kadın ve çocukların bulunduğu bir tribünden maç seyretmek nasıl bir duygu?
İşte, dilimiz döndüğünce, o tribünlerde neler yaşandığının resmi.
Tribüne ilk çıktığınızda karşılaştığınız manzara, bir maçtan çok şenlik alanına benzetilebilir. Etrafta koşturan çocuklar, peşlerinden giden anneleri. Maç öncesi çalan tezahüratlar sanki pop müzik şarkıları, bir yandan dans ediyorlar bir yandan seslerinin son gücüne kadar bağırıyorlar. Top taca, auta, kornere çıktığında kopan gereğinden fazla alkış tufanı, buna karşın faul düdüğüne gelen tepkisizlik, futbol izleyicisinden alışık olmadığımız geri bildirimler oldu.
Diğer tarafta ise fotoğraf makineleri. Hayatlarının en değişik gününü kayıtlara geçirme telaşı, 45 dakikada çekilen 75 kare fotoğraf. Oradaydım demek için.
Devre arasında çantalardan saklama kapları çıkartılıyor, yaprak sarmalar, sigara börekleri. Tribünlerde annelerimizin altın günlerinden alışık olduğumuz mutfak kokuları.
Kadın tribünlerinin bir başka yüzü ise ezbere bilinen tezahüratlar. En ilgisiz görünen kadınlar, en ufak tefek çocuklar bile tribün şarkılarına katılıyorlar. Hem Trabzonspor, hem Fenerbahçe hem de Beşiktaş tribünlerindeki kadınlar, tezahürat bilgisi dersinden 5 pekiyi ile geçiyorlar.
Kim bunlar?
Hangisi ne kadar futbola meraklıydı da bir türlü gelemiyordu, hangisi ilk defa tanışıyordu?
Bu tezahüratları kimden öğrendiler de hakemin ofsayt bayrağına bakmak akıllarına gelmedi?
Son tahlilde, kadın-çocuk tribünleri çözülemeyen derin sırları ile aramızdan ayrıldı.
Arkasından su dökmek ya da dökmemek. İşte bütün mesele bu.