İçimize işlemiş. Futbolu kart gösterme oyunu, hakemi de infaz memuru sanıyoruz. Dünya Kupası’nın resmi yorumcusu Brezilya’da iki Melo olduğunun farkında değildi. Fabregas girdikten sonra İspanya’nın oyununu nasıl değiştiğini önemsemiyordu. Hollanda’nın demode futbolunu analiz etmeye de zahmet etmiyordu. Ancak kartlık bir durum olduğunda şahin kesiliyordu: “Hakem nasıl görmez”, “Kesin kart”, “Tartışması yok bunun”...
KART ÇIKAR HAKEM, KART ÇIKAR
Aslına bakarsanız, 2010 Dünya Kupası grup maçları başladığında bayağı tadım kaçmıştı. Hakemler düşene kalkana kart gösteriyorlar, maçlar kesintiden çekilmez oluyordu. Hakem göstermese yardımcılar uyarıyor, onlar uyarmasa stattaki dev ekrandan maçı izleyen ‘dördüncü’ devreye giriyordu. Brezilya-Fildişi maçında Keita’nın Kaka’yı attırdığı sahtekârlığı hakemler topluca yediler... Tabii bu durum, futbolu ‘hakem asmaca’ oyunu sayan bizim bir kesim yorumcuyu zevkten dört köşe etmekteydi.
Bu durum FIFA’nın talimatı olabilirdi; “aman hocam kartını kullanmaktan korkma, oyuna hâkim ol, tatsızlık çıkmasın” kabilinden... Zaten 2002’yi hatırladım o an. Uzakdoğu’da futbol gelişsin diye özellikle Güney Kore’nin rakipleri resmen hakem eliyle katledilmişti.
Neyse, elemeli turlardan başlayarak hakemler maçları bildiği gibi yönetmeye başladı da rahatladım. FIFA’nın, “iki sarıdan yıldızlar çeyrek ve yarı finallerde oynamazsa” korkusu da bunda etkili olmuştur belki. Zaten final için iki sarı kart cezasını kaldırdılar. Aslında ben oldum olası Dünya Kupası gibi kısa süreli organizasyonlarda bu uygulamaya karşıyım. Sarı kart zaten uyarı, ceza değil; futbolcu maç içinde ikinciyi görmezse oyuna devam ediyor, ilgisi olmayan iki maçtaki iki uyarıdan bir ceza çıkarmak niye?
Kart ve düdük hakeme verilmiş yetkinin simgeleri... Hakem bu yetkisine ikide birde başvurunca ortaya bir iktidar gösterisinden başka bir şey çıkmıyor. Tamam, bizim gibi toplumlardan neredeyse genel kural: Her saniye tepemizde bir otorite hissetmeden yaşayamıyoruz. Ancak eğer size bir yetki verilmişse onu zırt pırt kullanarak egemen olamazsınız sorumlu olduğunuz alana. Despotluk olur bu. Yetkininiz ne kadar az kullanılır, müdahalelerinizi ne kadar sınırlı kılarsanız o kadar lafınız geçer, iyi iş çıkarırsanız.
Bakın, Franco İspanya’sında farklı olan her şey bir tehditti ve ceza konusuydu. Sonuçta ülkede kuş uçmuyordu. Franco sonrasında bütün farklı unsurlara kendilerini her bakımdan geliştirme yolu açıldı, ülkede çiçekler açtı.
Neyse konumuza dönelim. Resmi yorumcunun maç başlarında kuşkuyla baktığı Japon ve Özbek hakemler ve meslektaşları, elemeli turlarda yetkilerini ancak son çare olarak kullandılar. Bu maçların tad vermesinde, akıp gitmesinde hakemlerin payı yok muydu dersiniz?
WEBB'İ ASIN
Ne var ki bu tad finali yöneten Howard Webb’i kurtaramadı. Kart göstermediği için yerin dibine batırıldı bizde. Kuddusi Müftüoğlu, Cüneyt Çakır “nostaljisi” yapıldı. Papila’yı hatırlamaya cesaret edilmemiş olabilir.
Webb bazı pozisyonlarda kart cimriliği yaptı gerçekten. Ama bu mu önemli, maça karşı genel tavrı mı önemli? Diyelim, kırmızı kartları arka arkaya çekseydi, biz şimdi neden söz edecektik? Final sportif bir vaka olarak değil de, ağır cezalık bir dava olarak konuşulmayacak mıydı? Diyelim Cem Papila gibi bir hakem maçı yönetseydi ve maç yarıda kalsaydı, futboluyla değil, hakemiyle tarihe geçmeyecek miydi final?
“Her maçın ayrı hikayesi, senaryosu var” diyoruz da, hakemler de bunun parçası. Aynı Webb Şampiyonlar Ligi finalini yönetti; harika maç oldu. Dünya Kupası finali farklıydı; “bazı futbolcuların iyi niyetli olmadığını hissettim” diyecekti maçtan sonra Webb. Kötü niyetlilere istedikleri mazeretleri, fırsatları vermedi. Sahada tutarak cezalandırdı onları. Onun kart cimriliği ve gerilimi nasihatle boşaltma tercihi sayesinde, İspanya’nın sonuna kadar hak ederek kazandığı bir Kupa’dan söz ediyoruz bugün. Hollanda’nın eksik kaldığı için kaybettiğini söyleyen bir tek Hollanda taraftarı yok.
Kart demişken, Kupa’da faule uğrayan birçok futbolcu başparmağı ile işaret parmağını birleştirerek “kart yok mu?” dedi hakeme. Aşırı itiraz düzeyinde kalmayan bu hareketlerin hiçbirine kart çıkmadı... Board Kuralları’nda böyle bir şey yazılı olmadığı halde “kart isteyene kart” diye ısrar eden Merkez Hakem Komitesi Başkanı’mız ne diyecek acaba buna? Avrupa’da maç yöneten hakemimizi havalimanlarında karşılayacağına biraz da bu uzaktan kumanda hevesini gözden geçirmesi gerekmez mi?
'SON MOHİKAN' ROSETTI
Yine de kupanın adamı bir hakem oldu; İtalya’dan gelen Roberto Rosetti... Arjantinli Tevez’in açık ofsayttan attığı golü önce veren sonra da dev ekrana bakarak iptal etmek isteyen yardımcısına itibar etmedi. “Bu bir oyun; hatalarıyla, doğrularıyla, günahlarıyla sevaplarıyla saha içinde oynanan saha içinde kalır” dedi. Kariyerinin sonunda bir Dünya Kupası finali yönetme şansını kaybetti ama oyun olarak futbolun namusunu kurtardı.
Uzun vadede Rosetti gibi Mohikanlar kaybedecek ve futbolu hakem asmaca sanan ‘elektronik oyun’cular kazanacak gibi. Bunlara ne kadar hakem ve dolayısıyla tartışılacak hakem kararı verseniz doymuyorlar... Pekiyi, madem cezaya bu kadar meraklısınız, şu ceza alanına bir çözüm bulsanıza... Bu alanın ta köşesinde, üstelik golle hiç ilgisi olmayan bir pozisyonda topu elle kesmek penaltı, kaleye giren topu elle çevirmek de... Adalet mi bu?
SPOT IŞIĞI
Penaltı atışlarına neden karşıyım?
Ken Loach’un harika filmi ‘Looking For Eric’te, Man United taraftarı Cantona’ya sorar: “En unutamadığın gol hangisi?” Cantona yanıtlar: “En unutamadığım şey bir gol değil bir pas”. Taraftar, ‘Kral’ın Bruce’a verdiği o acayip pası hatırlar hemen. Cantona ekler: “Futbol takım oyunuysa, iyi bir pas takım arkadaşlarına verebileceğin en güzel hediyedir”.
Maç içindeki penaltılara takım oyununun bir parçası gibi bakarım. Birçok pas ve hareket sonucu bir pozisyon doğmuş ve golünüz engellenmiştir. Takımdan biri sorumluluk alır, penaltıyı kullanır. Oyunun parçasıdır bu. Bu arada, sadece açık gol şansı olan pozisyonlarda penaltı, ötekilerde serbest vuruş verilmesinden yanayım, o ayrı.
Maç içi penaltılar kalecilere de takım oyununa katılma fırsatı verir. İspanya-Paraguay maçında arka arkaya iki kalecinin penaltı kurtarması Dünya Kupası tarihinin en unutulmaz hikâyelerinden biri oldu.
Maç sonu penaltı atışlarının ise hikâyesi olmaz. Rulet gibi, basit bir bilgisayar oyunu gibi robotik penaltılar atılır. Orta yuvarlak içinde omuz omuza durmk dışında takım çabası diye bir şey yoktur. Penaltıları gole çevirenlerin adı bile anılmaz. Kurtaran kalecilerin de pek fazla ratingi yoktur. Varsa yoksa kaçıranlar... İtalya’yı 1994’te finale taşıyan üstelik futbola ve futbolculuğa farklı bir bakışı olan Roberto Baggio’nun sadece finalde kaçırdığı penaltıyla hatırlanması bir acımasızlıktır.
Bir gün bir hoca çıkacak, maçı 0-0’a bağla-yacak, tek hüneri penaltı atmak olan iki penaltıcıyı ve tamamen penaltı kurtarmaya göre eğitilmiş bir kaleciyi son anda oyuna sokacak ve kupayı kazanacak. Bir kesim yorumcumuz tarafından da “Ne akıllı adam” diye övülecek. Olmaz demeyin.