Fasulye yazısı

Fasulye yazısı
Kimi zaman tarih tekerrür eder deyip, geçiyoruz. Kimi zaman gözlerimizle şahit oluyoruz buna.

Avusturya maçı sonrası gazete arşivimde dolaşırken aradaki 22 yılda yaşanan benzerlikler dikkatimi çekti ve paylaşmak istedim.

Arda'nın "bunu da yazın" hareketi gündemi işgal ederken bir parça kafa dağıtmak olsun işte!

1989 yılında Dünya Kupası elemeleri oynuyoruz, grupta Sovyetler Birliği, İzlanda, Avusturya, Doğu Almanya ile eşleşmişiz ve İtalya 90 yolunda son yılların en iyi kadrosuna sahibiz. Rıdvan, Tanju, Feyyaz, Oğuz gibi harika oyuncularımız var. Ekim ayı sonunda takımın kritik sınavı Avusturya ile ve Milli Takım'ımız İstanbul'da kazanmak zorunda. O dönem Avusturya Milli Takımı şöhretli oyuncuları bünyesinde barındırıyor ve Avrupa çapında bir ekolleri var. Viyana'daki maçta hakem tarafından katledilmişiz ama esas yolumuzu grubun zayıf takımı İzlanda tıkamış, orada yenilmiş, burada berabere kalarak 2 puanlı sistemde 3 önemli puan kaybetmişiz. Milliler Avusturya'yı 3-0 yenip Roma yolunda son maça Sovyetler'in 1 puan gerisinde ikinci giriyorlar. Maçın kahramanı, iki gol atan Rıdvan Dilmen oluyor. Rıza Çalımbay'ın ortasını kafayla ağlara gönderen Dilmen "Kafayla gol atmayı sevmem ama zamanlamam çok iyidir. Rıza, o kadar güzel orta yaptı ki, yükselip çaktım. Feyyaz ile Ali kafayla nasıl gol atıyor diye hep düşünürdüm, meğer hüner Rıza'daymış." açıklamasını yapıyor maçtan sonra.

Usta yazar İslam Çupi, Roma yolundaki muhteşem zaferi irdelerken sözü İzlanda gibi bir rakibe kaptırılan 3 puana getiriyor ve "Rıdvan yoksa Milli Takım da yok!" diyor.

Bir parça iki dönemin benzerliklerine göz atınca ilginç sonuçlara varıyorsunuz.

O maçın ardından gazete manşetlerini Rıdvan Dilmen, bu hafta Arda Turan işgal etti.

O dönem Rıdvan Dilmen oynamayınca duran takım, bugünlerde Arda oynamayınca ortada yok! Yani aslında İslam Çupi kalemiyle bakınca Arda'nın sakatlık yaşamadan tamamlayacağı bir sezona denk düşen milli maçlar kayıp hanemizden çıkacak.

İzlanda'da Rıdvan Dilmen, Azerbaycan'da Arda Turan olmayınca kaybetmişiz mesela...

Daha geçen hafta 1989'da Dilmen'in attığı golün karbon kopyasını Gökhan Gönül'ün ortasında Alex attı. İzleyin, şaşarsınız, tam bir karbon kopya!

O dönemde Galatasaray tarihinin en kötü dönemini yaşıyormuş, takımın patronu Sigi Held'miş, bu kez tarihin kötü dönemine Hagi imza attı.

O eleme grubunda son maçta nefesimiz Sovyetler'e yetmeyince Roma'ya gidemedik. Bu kez de Belçika maçı bizim için kritik değere sahip ve tıpkı o günlerde olduğu gibi bugün de kaybettiğimiz gereksiz puanlara yanıyoruz.

Bir de fasulye mevzuu var! O maçın hemen ardından gazetelerde fasulye fiyatlarının 5.000 TL'ye çıktığı yazılıyormuş, tesadüf o ya dün de bazı gazeteler fasulye fiyatlarını yazıyordu.

Beş liraymış!

Dolar bazında fiyatlar aynı...

3 dolar!

Siyasi haberlerdeki benzerlik ve bağıntılar o kadar fazla ki, buraya alsam spor yazısını aşıp başka bir yere gider.

Aradaki fark o günlerde Avusturya'yı mağlup edişimiz Avrupa basınında büyük olay olmuş, bugünlerde ise sadece Macar basını(?!) nedense büyük yer ayırmış galibiyetimize.

Ha bir de o maçın primi 10 bin dolarmış, bu maçın primi 100 bin dolar!

O zaman Avusturya dev iken, bugün hocaları "Biz küçük bir futbol ülkesiyiz." diyor.

Fasulyeden benzerlikle işte!

Hasan Arat sorguluyor...
Bir dönem Beşiktaş başkanlığına adaylık koyduktan sonra sevgi ve ilgisini mütevazı ama dikkatli bir şekilde uzaktan uzağa sürdüren Hasan Arat'ın çıkışı dikkat çekici. Galatasaray'da yaşanan hadiselerin üzerinden giden Arat, kulübün transfer ve yönetim politikalarından duyduğu memnuniyetsizliği dile getirdi.

Bunda ne var diyebilirsiniz! Burada bir fark var. Arat, milyonlarca doların yurtdışına savrularak getirilen oyunculara, kulübün borçlandırılmasına ve aslında bir orta sınıf kulübü olan takımın geleneksel karakterine aykırı bir şekilde ve acemice yapılan "Dünya Kulübü" sözleriyle imaj yenileme hareketine kayıtsız kalmadan ve yönetime aday olmadan temiz bir tepki koyuyor.

Üye yapısının dejenerasyonu üzerinde duruyor ve geleneksel değerlerin savunucusu oluyor.

"İktidardaki yönetime muhalefet değil bizimkisi, yıpratılan değerlere ve yıpratılma şekline bir tepkidir ve dikkatle izleyeceğiz." diyor Arat. Başkanlık yarışına girmeden, ama bu yarışta daha önce var olup bugün fikren takibini sürdürerek yapıyor bu işi, yani kalben ve samimiyetle...

Beşiktaşlı duruşu arayanlara duyurulur.

Yine harman konusu
Bütün 10 günü Avrupa'da yaşayan genç kuşak futbolcuların yaşadıkları ülke takımlarında forma giymelerine ilişkin tartışmalara ayırdık. Genel görüş, potansiyeli yüksek oyuncuları kaçırdığımız yolunda. Kimse bu ülkedeki genç isimlerin oradaki yaşdaşlarıyla aynı genetik karakteri taşıdığını nedense görmek istemiyor. Milyonlarca genç arasından yetiştiremiyorsak asıl mesele "bellek" değil "yazılım" meselesidir. Nedense asıl meseleyi kimse düşünmek istemiyor.

Yazılımı değiştirmemiz gerekir diyen az sayıda insan konuşuyor.

Şimdi orada onlarcası milli takımlara gidiyor, büyük kulüplerin oyuncusu oluyorken, burada oturup ağlamak yerine demek ki yetenekli bir futbol toplumuyuz demek daha doğru değil mi? Daha dün okuduk Fenerbahçe'nin Tokatlı 13 yaşındaki Samet'i çocuk yaşta transfer edip geleceğin Alex'i yapmak için attığı adımı.

Daha önce de yazmıştım. Bizim Almanlar yerine 'Harmanlar'a el atmamız gerekiyor. Sadece Tokat değil, Türkiye'nin her yerinde harman harman Mesut Özil var!

Bulmasını bilene...