Beşiktaş ligi de kaybeder

Beşiktaş ligi de kaybeder
Geçen sezonun kupa şampiyonu, şimdi grup sonuncusu! Tıpkı D Grubu'ndaki Denizli Belediyespor, C Grubu'ndaki Tarsus İdmanyurdu gibi... Puanı dahi yok!
Beşiktaş'taki bu hazin düşüş, yalnızca Ziraat Türkiye Kupası'na mı özgü? Ne yazık ki değil! Hatırlayın, Şampiyonlar Ligi'nde de grup sonuncusu olmuştu Beşiktaş. Geçen sezon şampiyon olduğu ligde ise lider Fenerbahçe'nin 5 puan gerisinde, 5. sırada. Son 7 resmi maçındaki performansı içler acısı. Hepi topu 2 beraberliği var, 5 de yenilgisi.
 
Artık yalnızca lig hedefiyle sınırlı kalan sezon performansının bir başka dökümünden söz edeyim... Ligde hükmen kazandığı Ankaraspor karşılaşması dışında, Beşiktaş'ın üç kulvarda oynadığı resmi maç sayısı 25. Galibiyet sayısı 9. Beraberlik sayısı 6. Mağlubiyet sayısı 10. Tabloyu biraz daha çarpıcı hale getireyim. 25 resmi maçta geçen sezonun çifte kupalı şampiyonunun attığı gol 22, yediği ise 24!
 
Peki, bu başarısızlığın nedeni ne?
 
Beşiktaş fizik olarak mı güçsüz? Mücadele olarak mı geride? Pozisyon üretiminde mi yetersiz?
 
Hayır. Beşiktaş, puan kaybettiği çoğu maçında en az rakibi kadar oyunun içerisinde. En az rakibi kadar pozisyon üretiyor. Ama atamıyor. Sorunu, sıkıntısı, yetersiz kalışının birincil nedeni bu.
 
Mustafa Denizli, bu sezon takım savunması güçlü ve oyunu iki yönüyle de verimli oynayan, tempolu, mücadeleci bir yapıyı oluşturmak istedi. Bunu kısmen başardı. Beşiktaş ligin en az gol yiyen (10) takımı oldu. Lâkin bu defa gol atmakta büyük sıkıntılar oluştu. Ligin Denizlispor (8), Manisaspor (13) ve Diyarbakırspor'dan (14) sonra en az gol atan takımı (17) Beşiktaş.
 
O zaman ne yapmak lâzım? 
 
Ortada şimdi yalnızca lig hedefi kaldığına ve Beşiktaş'ın mevcut kadrosunda aman aman bir değişiklik yapılmayacağına göre, Denizli'nin yeni bir oyun modeli geliştirmesi lâzım. Rakibine daha önde basan, oyunu çok adamla karşı alana yıkan, savunmasında biraz daha risk üstlenen, ama kenar bekleri daha yoğun devreye sokup hücum ağırlıklı oynayan, ceza alanı içerisinde çoğalan, birkaç güçlü kadro dışındaki takımları baskıyla boğan bir model.
 
Yoksa, bu oyun tarzıyla Beşiktaş'ın Şampiyonlar Ligi ve kupadan sonra, ligi taşıması da çok zor.
 
Para, çağ atlamaya yeter mi?
 
-Yayın ihalesinde ulaşılan rakamlar kimilerine göre Türk futboluna çağ atlatacak bir miladı beraberinde getirecek. Keşke öyle olsa. Ve keşke her geçen gün ekonomisi büyüyen, güçlenen futbolumuz, var olan sorunlarından, yaratılan bu kaynakla sıyrılabilse.
 
Ama kolay değil.
 
Sadece yayın haklarındaki gelirin yüzde 126 artması, futbol pastasında dönen rakamın artık milyar dolar sınırına yaklaşması asla tek başına çözüm değil.
 
Çünkü futbol, yalnızca ekonomik devrimle çağ atlamıyor. Düşünce ve eylem devrimine de gereksinim duyuyor.
 
Aksi olsaydı, 1994-95 sezonundan itibaren kulüp bütçelerine önemli katkılar yapan ve sürekli artan yayın gelirleri sayesinde, Türk futbolu istikrarlı bir yapıya bürünür, uluslararası arenada kalıcı başarılar elde eder, yerel rekabetin dışında kalitesini de yükseltir, bugün tartıştığımız sorunların uzağında dururdu.
 
Tabii ki yayın gelirlerinin devreye girmesiyle hissedilir bir aşama yaşandı. Ancak o aşama beklediğimiz, istediğimiz, özlediğimiz çizginin hep gerisinde kaldı.
 
Dahası, kulüp ekonomileri sözde gelişirken, özde ciddi sıkıntılar yaşanmaya başlandı. Mesela 90'lı yılların başlarında 3-5 milyon dolarlarla ifade bulan büyük kulüp bütçe açıkları, şimdilerde yüz milyon dolarlarla ifade edilen bir hâl aldı.
 
Mevcut yönetim anlayışları sürerse hiç kuşkunuz olmasın o açıklar her yıl misli misli artmaya devam da edecek.
 
Öyleyse çözüm ne? Çözüm, kulüp yönetimlerinin tarz değiştirmesi. Profesyonellerin görev yaptığı, sorumluluk aldığı bir yapıyı benimsemesi.
 
Yayın ihalesi sırasında, ekranlara devamlı yansıyan bir görüntü sanırım sizin de dikkatinizi çekmiştir. Hatırlayın, Digiturk temsilcilerinin olduğu masada üç kişi oturuyordu. Ortada Digiturk Genel Müdürü Ertan Özerdem. Sağında Digiturk'ün yabancı ortağının temsilcisi John Hahn ve solunda Çukurova Grubu'nun Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Emin Karamehmet. İhaleyi tamamen Özerdem yönetti. Solunda oturan patron Karamehmet, en ufak bir müdahalede bulunmadı. Bu tablodan, Türkiye'deki kulüp yönetimlerinin çıkarması gereken çok ders var. Doğru kişileri bulduğunuzda ve sadece koordinatları belirleyip işine karışmadığınızda, o profesyoneller işlerini, sizin adınıza sizden çok daha iyi yapabiliyor.
 
Tıpkı Batı'daki üst düzey kulüp yönetimlerinin de yaptıkları gibi.
 
Bizde başkan ya da yönetim kurulu üyeleri her dem kamuoyunun karşısında. Transferden tutun, neredeyse kulübe alınacak çaycıya kadar her şeye karışıyorlar. Bazen teknik adamın işi dâhil, aklınıza gelebilen her konuda karar mekanizması olarak kendilerini görüyorlar. Evet, özveride de bulunuyorlar! Kendi işlerinden, şirketlerinden zaman ayırıp, profesyonel ödevleri buymuşçasına kulübü yönetmeye çalışıyorlar.
 
Ancak Batı'daki örneklerde hiç de böyle bir yaklaşım yok. Bir kere orada, bizdeki gibi 20-30 kişilik yönetim kurulları yok. 3, 5 bilemediğiniz 7 kişilik yönetimler, yetkilerini her alanda profesyonellere devretmiş durumda. Kulübü, belirlenen stratejiler doğrultusunda o kadrolar yönetiyor.
 
Biz, bir sistem değişikliği yapıp böyle bir anlayışı benimseyebilirsek, çok büyük bir aşamayı gerçekleştirebiliriz. Öncelikle çözümlenmesi gereken sorunlardan birisi bu.
 
Bir diğer sorun, ligler arası dengesizliğin giderilmesi. Yani ligin profesyonel altyapısının güçlendirilmesi. Önemli gördüğüm bir örneği, Ziraat Türkiye Kupası'ndan vereceğim. Biliyorsunuz gruplarda 20 takım mücadele ediyor. 13'ü Süper Lig, 3'ü 1. Lig, 4'ü ise 2. Lig'e mensup. Süper Lig takımları, şu ana dek bu 7 takımla 17 maç oynadı. 15'ini kazandı, 1'ini kaybetti, 1 maç da berabere bitti. 42 gol attı, 11 gol yedi. Sadece bu rakamlar bile aradaki uçurumun ne denli büyük olduğunu gösteriyor. O zaman, o liglerin güçlendirilmesi de var olan sorunun çözülmesi için önem taşıyor.
 
Tabii ki altyapı eğitimleri de çok gerekli. Türkiye'de futbol çok konuşulmasına, tartışılmasına karşın altyapıya dönük hem çok büyük bir sayısal yetersizliğin sancıları çekiliyor... Hem de eğitim kalitesindeki düşüklüğün. Bunların, hele kulüp ekonomilerinin daha da güçlendiği önümüzdeki sezondan itibaren ivedilikle ele alınması gerekiyor.
 
Taraftar profilinin değişmesi, küfrün, şiddetin kaldırılması, statların daha konforlu hale getirilmesi, rekabetin kavga olarak algılanması, transferde hele de yabancı oyuncu alımındaki isabetsizliğin ve kaynak israfının azaltılması gibi temel sorunlar da çözüm bekliyor.
 
Ama en fazla üzerinde durmamız gereken konuların başında, futbol kültürümüzün oluşturulması geliyor. Oyuna, rakibe, hakeme saygı duyan bir anlayışın yerleşmesi, aşamanın olmazsa olmazları. Bu noktada da ödev büyük ölçüde medyaya düşüyor.
 
Yeni dönemde Süper Lig'de bir galibiyet yaklaşık 800 bin liralık gelir demek. Beraberlik ise 400 bin liralık.
 
Bunlar çok ciddi rakamlar. Şampiyonun en az 20 milyon, küme düşenin ise neredeyse yarısı kadar performans ödülü alacağı bir sürece gireceğiz. Rekabet çok daha kızışacak, yoğunlaşacak. Eğer doğru önlemler alınır, sağlıklı kulüp yapıları oluşturulursa o rekabet kaliteyi de beraberinde taşıyacak.
 
Ama bu sistem içinde değil.
 
Mevcut anlayışın, her şeyden önce kulüp ekonomilerini ne hale getirdiğini görüyorsunuz. Bu rakamlar, artık bu yönetim anlayışlarının yöneteceği sınırın çok üzerine çıktı. Ya değişeceğiz, gelişeceğiz. Ya da parayla saadetin olmadığı gerçeğiyle maalesef önümüzdeki yıllarda da yüzleşeceğiz.